Senin iyot gibi açığa çıkan yüzsüzlüğünü ne yapacağız?

Dün cemaatin başlattığı Ergenekon soruşturmasını “yaşa, bravo” diye alkışlayanlar, bugün cemaatin başlattığı yolsuzluk soruşturması karşısında “Amerika-İsrail-cunta-komplo” diyormuş...

Bu ne riyakârlıkmış...

Dün vesayet rejimine karşı savaştığı için Zekeriya Öz’e sahip çıkanlar ve “en kahraman savcı Zekeriya Öz” diyenler, bugün aynı şeyi demiyorlarmış...

Bu nasıl çifte standartlı bir tutummuş...

Bu satırları, hangi değer tercihlerini temellük ettiğini bilmediğimiz ve içinden çıkıp geldiği mahalleye nefretle bakan, belli ki geçmişin yaralarından kurtulamamış bir arkadaş yazıyor.

Kendisi, “Türkiye Türklerindir” gazetesinin bir yazarıdır.

Devam ediyor coşkun yazar: “Askeri vesayete karşı mücadele verilirken hangi odak, hangi ekip, hangi cemaat ön plandaysa... Yolsuzluğa ve kokuşmuşluğa karşı mücadele verilirken de aynı odak, aynı ekip, aynı cemaat ön planda...”

Bu tarihi saptamayı (“her iki mücadelenin de cemaat tarafından yürütüldüğü” saptamasını) yaptıktan sonra, utanmadan şu satırları yazabiliyor: “Askeri vesayete karşı savaşmak kutsal bir işti. Yolsuzluklara karşı mücadele etmek de en az onun kadar kutsal bir iştir. Dolayısıyla, askeri vesayete karşı mücadele verilirken hangi enstrümanlar kullanılıyorsa, neden yolsuzluklara karşı mücadele verilirken de aynı enstrümanlar kullanılmasın ki...”

Evet, neden kullanılmasın!

Soralım o zaman bu “coşkun” şahsa:

Ortada kutsal bir iş varsa, sen neden kullanmadın bu enstrümanları?

Neden kullanmıyorsun?

Neden askeri vesayete karşı mücadele verilirken bu enstrümanları kullanmayı aklına getirmedin?

Bugün, belli ki, cemaatin yürüttüğü yolsuzluk soruşturmasını (bu soruşturmanın cemaat tarafından yürütüldüğü iddiası sana ait) canı gönülden destekliyorsun. Arada “kokuşmuşluk” filan gibi laflar ettiğine göre, ortada bir kokuşmuşluk ve çürümüşlük de görüyorsun... (Bu kokuşmuşluğu neden alengirli banka kredilerinde aramıyorsun, o da ayrı bahis...)

Demek ki her zaman “kutsal işler” yapmış cemaat, haklı olarak bu kokuşmuşluğun ve çürümüşlüğün üzerine gidiyor, sen de postu “Türkiye Türklerindir” bayrağının altına sermiş, ağzın kulaklarında, ortadaki kapışmayı izliyorsun...

İyi ediyorsun da, cemaat bu “kutsal işleri” ilk kez yapmıyor ki.

Madem polis soruşturmalarına “kutsallık” atfedeceğiz ve aynı enstrümanları kullanarak bir tavır belirleyeceğiz, “kutsal Ergenekon soruşturması” başladığında neden “komplo, uyduruk deliller, dokunmayın Soner’ime, uzak durun Tuncay’ımdan, yaklaşmayın Oray’ıma, salıverin Balbay’ımı” diye bağırıyordun?

Neden “postal yalıyordun?”

Neden “Her şeyi Ergenekon torbasına tıkıştırma ey cemaat, ey şakirt, ey badem bıyıklı savcı, ey maklubeci” diyerek hem güya tavır belirliyor, hem de aklın sıra dalganı geçiyordun?

Neden, “Acaba bu iş bilmem hangi meslektaşın anasını bellediğini müjdeleyen tarafsız bölge gazetecilerine de uzanır mı?” diye hafakanlar geçiriyordun?

Neden Kemal Kerinçsiz’in “bir centilmenlik abidesi gibi göklere yükseldikçe yükseldiğini” yazıyordun?

Neden kaleminden “Darbe mi? Güldürmeyin beni... Bu gazeteciler mi darbe yapacak” dışında doğru dürüst bir cümle çıkmıyordu?

Neden soruşturmayı sulandırmak için elinden gelen her melaneti sergiliyordun?

Burada da kullansana aynı enstrümanları!

Cemaatin “yanlış yaptığını” söylesene... “Komplo” desene... “Bu bakanlar mı hırsızlık yapacak? Daha neler!” diye dalganı geçsene... “Ey cemaat, her şeyi yolsuzluk torbasına tıkıştırma. Seni şakirt, seni badem bıyıklı, seni maklubeci” diye saydırsana...

Riyakârlıktan ve çifte standarttan yakınıyorsun...

Bu yüzsüzlüğü (kendi yüzsüzlüğünü) nasıl tevil edeceksin?

Bu çifte standardın seni düşürdüğü sefil durumu nasıl açıklayacaksın?

Demek ki sütun komşun Mehmet Yakup Yılmaz’a, “Ahmet Hakan Coşmuş” diye manşet attıran yolsuzluk soruşturmasında polis “kutsal bir iş” yapıyordu. Ağabeyine yapılan işkenceler de kutsaldı. Öyle mi?