Türkiye’nin “Atatürk devrimleri” çerçevesinde Ýsviçre’den “medeni hukuk” aldýðýný çoðumuz biliriz. Çünkü bu transfer, Türkiye’nin “çaðdaþlaþmasý”nýn önemli adýmlarýndan biri olarak övülür durur.
Buna mukabil, Türkiye’nin ayný dönemde “ceza hukuku”nu nereden aldýðý üzerinde pek durulmaz. Çünkü bu hukuk, biraz tatsýz bir yerden ithal edilmiþtir: Mussolini’nin Faþist Ýtalya’sýndan.
Peki acaba niçin ve nasýl?
Amerikalý akademisyen Ruth A. Miller’ýn Türkçe çevirisi yeni yayýnlanan “Fýkýh’tan Faþizme” (From Fiqh to Fascism) kitabý iþte bu soruyu inceliyor.
Yazarýn dünyanýn en itibarlý üniversitelerinden Princeton’da hazýrladýðý doktora tezine dayanan kitabýný bir solukta okudum. Ýçinde tam katýlmadýðým bazý tezler olsa da, epey önemli, ufuk açýcý ve ezber bozucu buldum.
Çünkü Miller, bizdeki tüm Kemalizm övgülerine meydan okuyan bir þey söylüyor: Türkiye’de “hukukun laikleþmesi” denen süreç, ne yazýk ki “hukukun faþistleþmesi” ile sonuçlanmýþtýr.
Bireyden devlete
Yazar, bu sonuca, klasik Ýslam/Osmanlý hukukunun amaçlarý ile, Kemalizmle billurlaþan “çaðdaþ” hukukun amaçlarý arasýndaki farkýn altýný çizerek çizerek varýyor. Evvela þunu tespit diyor:
“Osmanlý ve Ýslam hukuku bireyi, Tanrý’yý ve toplumu korumayý amaçlýyordu. Suçlular tarafýndan tehdit edildiði varsayýlan yapýlar devlet veya bürokrasi deðil, kamu ve ahlak idi.” (s. 50)
Buna karþýlýk, hukuk “çaðdaþlaþtýkça”, yepyeni bir amaç çýkýyor ortaya: “Devletin korunmasý.” Öyle ki, “devlete karþý iþlenen suçlar” diye yeni bir kategori oluþuyor. Dahasý bunlar, “bireye karþý iþlenen suçlar”dan çok daha önemli hale geliyor. Yazarýn ifadesiyle, “maðdur kavramý daha önceden sahip olduðu önemini yitiriyor.. ‘Devletin ‘hayat’ý, bireyin ‘hayat’ýný gölgede býrakýyor.” (s. 93)
Miller, bu dönüþümün Osmanlý’nýn son döneminde baþladýðý, ancak Kemalizm’le zirveye ulaþtýðý kanýsýnda. Ona göre bu sürecin taçlandýðý an da, Kemalist rejimin 1938 yýlýnda Faþist Ýtalya’nýn Ceza Kanunu’nu almasý.
Hukuku faþistleþtiren böylesi “inkýlaplar” yapýlýrken, Tek Parti ideologlarýnýn getirdiði izahlar da ayrýca enteresan. Örneðin rejimin en þahin isimlerinden Adalet Bakaný Mahmut Esat Bozkurt, bol alkýþ alan meclis konuþmasýnda þöyle diyor:
“Ceza kanunumuz çok serttir; çünkü inkýlap çok kýskançtýr. Ama hem sert hem ilmî. Bundan korkacak olanlar ve korkmasý lazým gelenler Türk milletinin menfaatlerine, Türk milletinin hukukuna ve inkýlabýna karþý tekin olmayanlardýr ve bunlarýn korkmasý lazýmdýr.” (s. 179)
Bunun daha Türkçesi, “biz kafamýza göre rejim kurduk, buna aykýrý duranlarý tepeleyeceðiz” demek.
Ceberrut devletin inþasý
Ýþte bu tepelemeyi yapanlar, bunu þeriatýn laðvedilmesi ve amaçlarýnýn unutturulmasý sayesinde yaptýklarýnýn farkýndalar. Miller’ýn düþtüðü þu not enteresan:
“Hukuk reformu komisyonunun bir üyesi Yusuf Kemal... Eski kanunun, Ýslam hukuku tarafýndan belirlenmiþ ve korunmuþ kiþisel haklarýn ‘boyunduruðunda’ olduðunu ileri sürmüþtü ki, ona göre bu durum, hem devletçi hem de laik olacak olan Türk milletinin mantalitesi ile uyumlu deðildi.” (s. 179)
Ve iþte “fýkýhtan faþizme” varan bu yolun sonucunda, “devletin” ve “inkýlabýn” menfaatleri adýna nice masum bireyin kanýný döken veya canýný yakan ceberrut bir sistem ortaya çýkýyor.
Çok þükür ki bugün artýk tasfiye olan, her “yargýsal reform paketi”nde biraz daha çözülen bir sistem...
Son bir not: Bu kitabý Türkçe’ye kazandýran Ufuk Yayýnlarý’na tebrikler. Son dönemdeki daha pek çok önemli çevirileri ile epey kýymetli bir “külliyat” oluþturdular.