Biz, doðduk bittik, bir baþörtüsü sýnavýnýn içindeydik. Ama bilmiyorduk baþörtüsünün bir sýnav olduðunu.
Örtmemiz gerekiyordu. Hayat öyleydi. Baþka bir yaþama þekli yoktu.
Okula, iþe gitmiyorduk, bütün iþimiz evimizdeydi. Bilemedin bakkala, pazara gidiyorduk. Buydu kadýnlarýmýzýn hayatý.
Sonra, ne olduysa, kýzlarýmýz okula gitmeye baþladý. Tek tük.
Ankara’da, Hatice Babacan. Neredeyse yalnýz baþýna yaþadý kendi sýnavýný. Ýstanbul’da Gülsen Ataseven. O da öyle. Tek baþýnaydý.
Derken, Þule Yüksel Þenler, konuþan bir kadýn olarak girdi hayatýmýza. Üsküdar’da oturuyorduk. Anneciðim, hatýrlýyorum, bir kaç defa, Þule Haným’ýn konferanslarýna gitti.
Sonra, üniversitelerde baþörtülü kýzlarýn sayýsý yavaþ yavaþ arttý.
Millet bir ara-formül bulmuþtu. Kýzlarýný, baþörtülü okumak mümkün olduðu için, Ýmam-Hatip okullarýna gönderdiler. Ýmam-Hatip bitince, kýzlar, üniversiteye gittiler.
Ben, yine de, 12 eylül darbesi öncesinde, yani 70’li yýllarda, kuvvetli bir baþörtüsü sorunu hatýrlamýyorum. Sorunu, 12 Eylül’de Kenan Evren ve Ýhsan Doðramacý büyüttü.
80’ler, baþörtüsü mücadelesiyle geçti. Ýmza kampanyalarý, eylemler.
Biz Ankara’daydýk o zaman. Ýsmet Özel’le yürürken, Abdi Ýpekçi Parký’ndaki baþörtülü kýzlarýn ‘baþörtüsüne özgürlük’ kampanyalarýna birlikte imza attýðýmýzý hatýrlýyorum.
Sorun, 28 Þubat’ta büyüdü.
Ve baþörtüsü, büyük bir sýnava dönüþtü.
Kimin sýnavýydý baþörtüsü?
Kadýn düþmaný siyasetçilerin. Brifing yemiþ rektörlerin. Askerlik yerine, sivillerin iþlerine karýþmakla meþgul olmayý alýþkanlýk haline getiren bazý subaylarýn.
Bir yargýç zümresinin..
Birtakým kompleksli, kýskanç, acýmasýz, kaba, hasta, kadýn ve erkeklerin.
Bütün bu vasýflarýn hepsine birden sahip, yazar, çizer, gazeteci takýmýnýn.
Bunlarýn sýnavý þiddetli bir sýnav sayýlmazdý. Sýnavda notu asker veriyordu. Askerden tam puan alabilmek için, herkes, baþörtüsüne kýrmýzý oy kullanýyordu. Hepsi, baþarýyla geçtiler darbecilerin yaptýðý sýnavý!
Sonra, puan verme sýrasý millete geldi.
Haydiii! Millet, hepsinin ‘amel defteri’ne ‘sýfýr’ý bastý.
Bu sýnavlar sürerken, az konuþulan, hatta hiç konuþulmayan bir baþka sýnav, arada kaynadý gitti.
Neydi o sýnav?
O sýnav, baþörtülü kadýnlarý savunur görünen, hadi ‘görünen’ demeyelim, ‘savunan’ erkeklerin sýnavýydý.
Biz, baþörtülü kýzlarýn, kadýnlarýn yarasýna merhem olacak bir iþ yapmadýk.
Ýþadamlarýmýz, iþlerinden atýlan baþörtülü kadýnlara istihdam sahasý açmak için çaba sarfetmedi. Elinde yetki olanlar, imkan olanlar, o yetki ve imkanlarý, o kadýnlar için kullanmadý.
Çoðu, onlarýn çalýþma hayatýnýn, öðrenim hayatýnýn dýþýnda kalmasýný ‘kazanç’ hanesine yazdý.
Münferit, güzel hikayeler, münferit kahramanlýklar yok muydu o sýnav sürecinde?
Vardý. Ama, ‘total’ bir baþarýsýzlýk vardý.
Bitti bu sýnavlar.
Bugün, üç kadýn milletvekili, Meclis’e baþörtüsüyle girecek.
Bu bir gösteri deðil. Bu, Nurcan Dalbudak, Gülay Samancý, Gönül Bekin Þahkulubey ve Sevde Bayazýt’ýn, kendi hayatlarýyla ilgili kararlarý.
Bu dört kadýn milletvekilinin, baþörtüleriyle Meclis’e girebilmeleri, büyük bir mücadelenin sonucudur.
Baþörtülü kadýnlar, yýllarca, bir onuru omuzlarýnýn üstünde taþýdýlar ve bugüne kadar getirdiler.
Erkeklere baþörtüsü soran yok. Oysa kadýnlar, baþörtüleriyle milletvekili olamýyorlar, bakan olamýyorlar, baþkan olamýyorlar.
“Biz niye olamýyoruz?” diye sormuyorlar bile. Çalýþýyorlar. Hiç bir þey beklemeden, gece gündüz çalýþýyorlar.
Sessiz kadýnlar onlar. Sessiz, isimsiz, nümayiþsiz.
Bugün, bir baþarýdan sözedilebilir.
Bu baþarýda, kadýn-erkek, baþörtülü-baþörtüsüz birçok kimsenin, az veya çok katkýsý olmuþtur. Birçoðuna ben þahidim.
Ama, bana sorarsanýz, bu baþarýda en büyük pay, sözünü ettiðim, sessiz, isimsiz kadýnlara aittir.
Siyaset, o kadýnlara borçludur. O kadýnlarýn ‘hukuk’u ihmal edilemez.
(Baþarý ortaya çýkýnca, baþka sahiplenenler de olacak muhakkak. Olsun, o da iyi bir þey.)