Benim ortaokul ve liseli yıllarım, 80'lerin 2.yarısına tekabül ediyor. Ve o zamanlar için arabesk, hem yasaklı, hem de zararlı ilan edilmiş bir müzik türüydü. Generaller sevmezdi arabeski. Okullarımızda dinlenmesi ve söylenmesi de yasaktı, öğretmenlerimiz; gençleri gayesizliğe ve umutsuzluğa sevk ettiğini söyler, bu şarkıları eğitimiz kesimlerin şarkıları olarak nitelerlerdi, arabesk resmi televizyon ve radyo kanallarından da asla dinletilmezdi... Yasaklıydı anlayacağınız.
Bu saçma yasaklamalar ve aşağı görmeler eşliğinde, hiç de devlet desteği almadan, 'arabesk'' yani ''yasadışı' müzik, kendini var etmiş, milletin gönüllerine taht kurmuştu. Müslüm Gürses'ler, Orhan Gencebay'lar, Gülden Karaböcek'ler, Ümit Besen'ler, Ferdi Tayfur'lar ile bir yıldızlar geçidiydi oysa bu dünya. Devlet ve resmi kurumlar, tüm desteklerini Batı müziği ve gösteri sanatlarına verdikleri halde, Bale, Opera, Senfoni Orkestraları, halkın tiryakiliği ve rağbeti söz konusu olduğunda, asla bu 'underground'' yer altı sanatıyla yarışamadı, yarışamazdı da...
Arabeskin krallarından Ferdi Tayfur, Regaip gecesi emanetini Yüce Allah'a teslim etti. Allah taksiratını affedip, mağfiret ve rahmet eylesin. Onun vefatıyla birlikte Ferdi Tayfur sevenlerin farklı kesimlerden milyonlarca insan olduğunu cenaze merasiminde hep birlikte izledik. Demek ki Ferdi Tayfur bir 'getto' sanatçısı değilmiş. Yeraltından değil ama kalpten ve damardan okuyormuş şarkılarını bunu anladık... Onun sabırlı direnci ile gariplerin dinlediği ve inlediği şarkılarının aslında Türk insanının öz hikayesi olduğunu da fark ettik...
Bizim gençliğimiz, müzikte Batılılaşmanın zoraki dikte edildiği son nesildir öyle zannederim ki. Batı müziği çizgisinde giderdi müzik eğitimi, dinleyiş modası da bu minvalde akardı. Batı müziği bir tabuydu, medenileşmenin ön koşullarındandı.
Şimdilerde daha demokratik hatta liberal bir bakış var müzik eğitiminde, tamamıyla tasvip ediyor değilim bu durumu da gerçi, çünkü kritersiz her serbestlik, sonunda kalitesizlik neticesine evirilir. Nitekim 90'lardan sonra, ne dünyada ne de ülkemizde büyük müzik işlerine rastlar olduk. Büyük şiirleri, büyük şarkıları kalmadı dünyanın... Şimdilerde başka bir şey var, çok daha teknik ve melodikal tekrarlar üzerinden akan, hemen unutulan, solgun, oldukça yoksul çalışmalar var. Kitleleri peşinden sürükleyen ve gidişatı, sosyolojiyi etkileyen işler yok...
Ferdi Tayfur beyin cenaze töreninin yapıldığı Atatürk Kültür Merkezi de bu bağlamda; yani kabul gören müzik ve reddedilen müzik ayrımında bir ölçek gibi durur. Çünkü Atatürk Kültür Merkezi Batı müziğinin, batı gösteri sanatlarının merkezidir. Sanata resmi bakışın tecessüm ettiği mekandır. Bizler lisedeyken hafta sonları Klasik Türk Müziği konserleri vermeye başlayan Prof. Nevzat Atlığ, AKM'deki ilk 'Batılı olmayan sanat''tı ve o dönemlerde çok da eleştiri aldığını hatırlıyorum. Nevzat Atlığ'ın konserlerini dinlemeye gelenlerden sonra, Ferdi Tayfur'un cenaze töreni için AKM'ye gelenler, bu tecessüm merkezinin belki de ikinci kez halka açıldığını ispat ettiler. 'Kamyoncular, minibüsçüler, konfeksiyoncu kızlar, tamirciler, işçiler, gurbetçiler ve onların çocukları' hasılı biz, hepimiz işte Atatürk Kültür Merkezi'ndeydik...
Ferdi Tayfur'u Hollanda'da işçi olan rahmetli Fikret amcam çok severdi hatta oğluna da Ferdi ismini verecek kadar... Rahmetli oldu hepsi... Amcam, Babaannemle Nazmiye Halam'a da aşılamış Ferdi Tayfur'u, çocukluk anılarımda pikapta dönen sesiyle 'Huzurum kalmadı' şarkısında onlar ağlamaya başlayınca, kardeşimle ben de sebepsiz ağlardık...
'Bilsen uzaklarda kimler ağlıyor
Gelemem sevdiğim felek koymuyor
Gurbet eller bana bir mesken oldu
Gelemem sevdiğim kader bağlıyor
Huzurum kalmadı fani dünyada
Yapıştı canıma bir kara sevda...'
Ferdi Tayfur sessizlerin sesiydi, susturulmuşların sesiydi, gurbetçilerin figanıydı, mahcup delikanlıların, namuslu mahalle kızlarının, şansı yaver gitmeyenlerin, yalnızların, sesi kısıkların sesiydi... Allah rahmet eylesin, milletimizin başı sağ olsun, hatırası kalbimizde, duamızdadır...