Sete masaj koltuğu gelir mi?

Hülya Avşar, Muhteşem Yüzyıl Kösem setine masaj koltuğu getirtti mi? Son günlerde bu iddiaya dair bir sürü haber sonra da Hülya Avşar’ın yalanlamasını okudum. Ne saçma bir tartışma bu ve neden tartışılıyor ki? Sete masaj koltuğu da getirtilir gerektiğinde masaj yatağı ve masaj yapan eleman da...

Sadece spor dallarında değil bir sürü sahne performansı içinde de kullanılan bir yöntemdir masaj. Eğer illa bir tartışma yapılacaksa Muhteşem Yüzyıl Kösem’in neden bekleneni veremediğini konuşalım...

Uzun bölüm doldurma çabasının aslında iyi olan bir işi nasıl öldürdüğünden söz edelim. İlla setlere gelenlere bakacaksak ben daha beter işler de biliyorum. 

Mesela 90’lı yılların sonu 2000’lerin başında, büyük bir kanalda, haftada bir gün, haber programı yapan, havalı bir gazeteci, yemeklerini program bütçesinden ödenmek üzere İstanbul’un en pahalı mekanlarından birinden getirtirdi.

Adamın yediği bir tabak raviolinin(içi peynir, et ya da sebze ile doldurulmuş makarna) fiyatı programda çalışmaya yeni başlamış elemanın bölüm başı ücreti kadar para tutardı.

***

“Aşıklar kavuşursa dizi biter” Dizilerin durmadan ve lastik top gibi uzamasının en basit özeti bu yorum. Perşembe sabahı saat 7:30 civarında bir radyo programındaki telefon bağlantısında dinledim. Garip bir mantığımız var... Dizide esas oğlan ile esas kızın kavuşacaklarını biliyoruz ama buna rağmen acaba bu hafta neler olacak diye ekran başına geçiyoruz.

Ne olacak, yapımcılar esas oğlan ile esas kızın önüne çıkardıkları engellerden binincisi yine çıkaracak, 3-4 bölüm sonra o tehlike bertaraf olacak ve sonra başka bir engel böyle gidecek işte...

1980’li yıllarda moda olan beyaz dizi kitaplar da böyleydi aslında. Bir sürü olay olur olur, esas oğlan ile esas kız kavuşur ve kitap biterdi.

Dizi sektörü bu kadar yaratıcılıktan uzak olmalı daha doğrusu kolaycı davranmalı mı?

Dünyada ödül almış ya da fırtına gibi esen dizilere bakın, dizinin başarısı aşk ilişkisi ya da kavuşup kavuşamama sarmalına bırakılmaz. Nedense bu kolaycılık huyumuzdan vazgeçemiyoruz bir türlü...

***

Star Wars çılgınlığı mı desem yoksa popüler kültür rüzgarı mı desem fena halde esiyor.

Olan biteni anlamak istiyorsanız serinin ilk çekilen 1977 yapımı filmini 7. sırada seyretmeniz gerekiyor. Çarşamba günü baktım, gala öncesi haber bültenlerinde canlı yayınlar yapılıyor.

Seyirci ya da kostüm giydirilmiş gençlerin çoğu daha 20’li yaşlarındalar ve dünyada ilk filmin estirdiği fırtınalardan habersizler. Bu tür haberlerde nedense bilgi kısmımız çok sorunlu.

Mesela filminden etkilenerek Jedi dinine geçtiğini söyleyen yaklaşık 300 bin kişi yaşıyor. Popüler kültürden popüler saçmalamaya geçiş adına bu tür bilgiler keşke haberlerde yer alsaydı.

Yoksa “Ne hissediyorsun?” “Ay çok heyecanlıyım” tarzı garip röportajlar çok sıradan oluyor. Bu arada maske ve kostüm satışları ve fiyatlarına dair de ekler yapılabilirdi zira az buz para değil o kostümlere bürünmek...

***

Aslında tüm bu konuların temelinde yatan şey, az merak, sıradanı yapıp kurtulmak, farklılık riskini almamak var. Fena alıştık sıradanla yetinmeye. Oysa televizyonculuk biraz da cesaret işidir, biraz da risk alma kapasitesidir.

 Bir sezonda çöpe giden işlere ödenen para, harcanan emek hep sıradan işler yapma alışkanlığından...