Sevgi Emektir: Ümran Menderes

Cengiz Aytmatov’un belleklerimize yer etmiş ifadesiyle; “sevgi, emektir”. Hayat sınavından geçmiş bir sevginin muhakkak “emek”le kurduğu bir bağ vardır.

Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği KASAD, Aileye Kadın Penceresinden Bakış” başlığındaki etkinlikleri çerçevesinde Ümran Menderes Hanımefendiye “yılın vefakar eşi” ödülü verdi.

KASAD’ın mimarlarından Dr. Sare Davutoğlu’nun ifadesiyle, Ümran Menderes bize “vefa”nın ne demek olduğunu hatırlatan” bir isim. Ümran Hanım, geçirdiği trafik kazasından sonra, eşinin hem yoldaşı hem hemşiresi olarak kaldı akıllarda. Bizler onu, Aydın Bey’in hemen omuzlarında eşine destek veren elleriyle hatırlıyoruz. Tekerlekli sandalyeyi herhangi bir yardımcıya veya hemşireye bırakmayan rikkatli elleriyle...

Siyasi pratiği, politik tecrübesi olduğu halde, öne çıkmayı tercih etmeyen, bunun yerine gönülden bağlı olduğu MENDERES ailesine ve eşi rahmetli Aydın Bey’e hizmeti tercih eden bir kimse Ümran Hanım. Eşinin ardından da sade bir hayatı sürmeyi devam ettiriyor. Rahmetli Aydın Bey’in verdiği röportajlardan birinde “çocuk sahibi olmak” babından söylediklerini de hatırladım bu vefa ödülünde. Aydın Bey, babasının idamından sonra çocuk denecek yaşta olmasına rağmen ailenin toparlayıcı ismi olmuştu. “Babamın hadisesi bende derin izler bırakmış olsa gerek ki, çocuk sahibi olmaktan kaçındım” şeklindeki ifadesi yürek yaralayıcıydı. Bu büyük hicran, Demokrat Partili tüm ailelerde derin izler bırakmıştır.

Düşünün... Türkiye’ye büyük hizmetler vermiş bir babanın, bir sabah idam edildiğinin haberini alıyorsunuz. Ona son defa koşup sarılmanız bile yasak! Vedanın bile yasaklandığı, çocukluğun biçildiği, evlat olmanın yırtılıp atıldığı, insanlık dışı bir muamele. Bununla birlikte bizler Aydın Menderes’i her zaman tahammülü, demokratlığı, entelektüel kişiliği, efendiliği ile tanıdık, bildik. İşte Ümran Menderes, hayranı ve takipçisi olduğu, yürekten inandığı MENDERES ismine tüm bu kederlerden sonra iltihak etmiş, hayatını Aydın Bey’e adamış bir kadın olarak da çok değerli...

***

Gençlerin örnek alacağı bir aile profilini çizmesi açısından da çok anlamlı bu ödül. Kadın haklarını, aileye karşı verilecek bir güç mücadelesinden ibaret zanneden bakış açısının da kendini tartması gereken bir terazidir bu hayat hikayesi. Geldiğimiz noktada, bireysel olanla bireycilik ne yazık ki birbirine karıştırılıyor. Ferdi olana o kadar çok vurgu yapıyoruz ki, paylaşma ve dayanışma hem aile içinde hem toplumda adeta bir tür yüke dönüşmüş halde. Aileyi, sevgiyle değil, katlanılması gereken sorumluluklar listesi haline tanımlar olduk.  

Kötü örnekler, özellikle şiddet ve cinayetler üzerinden inşa edilen “aile” kavramı, bu menfi imajlar selinden sağ salim çıkabilecek mi? Ciddi endişelerim var benim. Cinsler arası güç yarışı, adeta çıplak bir bilek güreşine dönüşmüşken, “sevgi emektir” demek, artık neredeyse nostalji... Aile, şiddetin membaı, birincil evi olarak kabul edilirken, gençlere söyleyecek pek bir şey de kalmıyor. Bu kadar kötü bir yerse aile... Niçin başlarını belaya soksun ki genç insanlar durduk yerde. Yeni politik dilimizin önümüzdeki on yıl içinde bizleri getireceği vadi, şimdiden gözüküyor. Kadına yönelik şiddeti önlemek için “şiddet butonu” icat eden tecrübemizin, “sevgi butonu” icat edemeyeceğini de ezbere biliyoruz öte yandan...

***

8 Mart öyle yoğun geçti ki bu sene, gözlerimi karartıp caddede baygınlık geçirtecek kadar. KASAD’ın vefa programına da katılamadım rahatsızlığımdan, affetsinler ne olur. Dr. Sare Davutoğlu’na Brooklyn’den selam getirmiştim oysa, kızı “Siz annemi benden evvel göreceksiniz selamımı ve özlediğimi söyleyin lütfen” demişti. Söyleyemedim. Şikago konferanslarımı da sağlık sebepleri dolayısıyla tehir ettiğimi duyururum. New York’taki Wisdom ve Igra gruplarına selam.