Sevgide serbestiyet, saygıda mecburiyet!

Sevgi gönül işidir. Zoraki sevgi olmaz. Hatta zoraki sevgi nefret de doğurabilir.

Kimse kimseye 'filanı niye sevmiyorsun?' deme hakkına sahip değildir.

Sevginin ocağı gönüldür.

Gönül ferman dinlemez.

O yüzden de sevgide serbestiyet esastır.

Farklı ideoloji ve inanç sahipleri tarih boyunca bir arada yaşamışlarsa bu kesinlikle karşılıklı sevgiden değil, karşılıklı saygıdan kaynaklanmıştır.

Sevginin dayatıldığı toplumlarda kavga bitmez ama saygının hâkim olduğu toplumlarda birlikte yaşama imkânı doğar.

İslam'da da inanç ve sevgi dayatılmaz

Tebliğ vardır, teklif vardır ama zorlama yoktur.

Ama saygısızlık kesin bir dille yasaklanır.

En'am Suresi 108. ayette Rabbimiz, Müslümanların başkasının kutsalına saygısızlığı men eder.

Çünkü onların kutsallarına hakaret edildiğinde onlar da Müslümanın kutsalına hakaret eder.

Yani başkasına hakaret kendine hakaretin yolunu açar.

Dolayısıyla da sevgide serbestiyet, saygıda mecburiyet insani ve İslâmî bir kuraldır.

Bunları yazmama TBMM'nin yasama yılının açılışında ve resepsiyonunda yaşanan saygı enstantaneleri sebep oldu.

Sürekli birbirine hakaret eden ve saldıran siyasilerin gerek açılışta gerekse resepsiyondaki birbirlerine saygılı davranışları halkın özlediği manzaralardı.

Aslında kavgaların istisna, saygının esas olması gerekirken, kavgaların normal saygının dikkat çekiyor olması siyasetteki kutuplaşmanın ne denli kökleştiğini göstermesi açısından üzücüdür.

Her şeye rağmen Salı günü mecliste CHP'nin verdiği görüntü normal olan bir görüntüdür.

CHP 31 Mart seçimlerine kadar iktidarın ve devlet kurumlarının meşruiyetini kabul etmeyen bir politika izledi.

Kılıçdaroğlu dönemi devletin meşruiyetini sorgulayan bir dönem oldu. Ne seçimleri meşru gördü, ne cumhurbaşkanına cumhurbaşkanı gibi davrandı ne de onu seçen seçmene saygı gösterdi.

Yeni genel başkan da aslında o dönemde bu politikanın bir parçası oldu.

Toplumdaki kutuplaşmayı ve gerginliği hep birlikte körüklediler.

31 Mart seçimlerinden sonra yeni genel başkan kabul edelim ki CHP'nin siyaset üslubuna kimi yenilikler/değişiklikler getirdi.

CHP'nin ideolojik olarak değiştiği falan yok.

CHP eskiden neyse şimdi de o.

Fakat yeni genel başkanın politika taktikleri CHP'yi eski katılıklarından kurtarma çabası olarak tezahür ediyor.

Cumhurbaşkanını ziyareti, cumhurbaşkanının CHP'yi ziyareti, Kılıçdaroğlu döneminin ötekileştiriciliğine göre çok önemli bir dönüm noktasıdır.

Yeni genel başkan karizmatik bir siyasetçi değil ama kendini kabul ettirecek akıllı adımlar atıyor.

Cumhurbaşkanının TBMM genel kuruluna girdiğinde kendisinin ve grubunun bir kaç istisna dışında da ayağa kalkması da makul mantıklı ve akıllıca alınmış bir karardır.

Makama saygı gerekçesi eksik olmakla birlikte yerindedir.

Sadece makama değil insana da saygı esas olmalıdır.

Partisinde önemli bir kesimin cumhurbaşkanına saygıyı eleştirmesine rağmen CHP genel başkanının bu hareketi alkışı hak etmektedir.

Türkevi konusundaki tavrı, 'Libya tezkeresi gelirse kabul oyu vereceğini' söylemesi parti içinde lider olma, parti dışında da destek bulma istikametinde atılmış siyaseten isabetli adımlardır.

Bu adımlar Başkan Erdoğan'ın iç cephede birlik çağrılarına da olumlu cevap sayılabilir.

Devlet Bahçeli beyin sert bir dille eleştirdiği CHP genel başkanıyla, DEM eş başkanlarıyla ve hatta Serok Ahmet diyerek sürekli aşağıladığı Davutoğlu ile tokalaşıp sohbet etmesi ve de "Yeni bir döneme giriyoruz, dünyada barışı isterken kendi ülkemizde de barışı sağlamamız gerekiyor," ifadesi siyasette yeni dönemin ipuçlarını veren güzel hareketler olarak tarihe geçmiştir.

Evet, siyasileri bu güzel ve örnek tavırları için tebrik ediyoruz.

Evet, sevgide serbestiyet saygıda mecburiyet!