Dün bu sütunda çýkan “Özel yetkili mahkemeler, genel yetkisiz dinlemeler” baþlýklý yazý üzerine öylesine çok sayýda “Daha önce neredeydin” tepkisi geldi ki benim yazdýklarýmý okumaya hepsi birden “dün” itibarýyla baþlayan çok sayýda okurum olduðunu düþündüm ister istemez!
Ben hep buradaydým sevgili “okuyucu”m. Özel yetkili mahkemelerle ilgili sýkýntýlarý çok uzun zamandýr dile getirip duruyorum. Türkiye’nin vesayet rejimine karþý yürüttüðü topyekûn mücadeleye de zarar verme riski taþýyan yargý hatalarýna ve özensizliklerine dikkat çekmeye çalýþýyorum epeydir. Bunu yapmakla da kendimce uyarý vazifemi yerine getirdiðimi sanýyorum.
Daha 30 Eylül 2010 gibi erken bir tarihte, bir toplumsal kesimin yargý sürecindeki rolünü kastederek “kýzsalar da, defterlerinden silseler de kendilerini hoþnut edecek þeyler söylemeyi deðil, dostlarýmý uyarmayý tercih ederim” diyerek, bu konudaki uyarýlarýmý dile getirmiþtim. Netice beklediðim gibi oldu; beni defterlerinden sildiler. Ama uyarý görevimi yapmaktan geri durmadým yine. Mesela 12 Ocak 2012 tarihinde yazdýklarýmýz aþaðýda:
Yargýsal süreç “iç düþmanla mücadele” mantýðýyla sürdürülemez. Yargýlanan kiþiler halkýn seçtiði iktidarý silahlý güç kullanarak devirmeye çalýþmakla suçlanýyor bile olsalar objektif yargýlama haklarýndan yararlanabilmeliler. Yeni Türkiye’nin eski Türkiye’den farklý olduðunu ancak bu þekilde gösterebilirsiniz.
Ýkincisi, baþvurulan yöntemlerin de “demokratik Türkiye” idealine uygun olmasý gerekir. Mesela uzayýp duran yargý sürecinde tutukluluðun fiilen peþin cezalandýrmaya dönüþmüþ olmasý bu ideale hizmet eder görünmüyor.
Diðer yandan gazetecilerin hapse atýldýðý bir ülke görüntüsü veren Türkiye ne Ortadoðu’daki ülkelerin modeli olabilir ne de batý dünyasýnda kendi tezlerini inandýrýcýlýk içinde savunmasý mümkün olur. Buna karþý “iþin aslý öyle deðil” diye itirazýnýzýn da fazla önemi olmaz. Önemli olan nasýl göründüðünüz ve nasýl algýlandýðýnýz. Dolayýsýyla bu algýyý yönetmek durumundasýnýz.
Bazýlarý “iktidara destek” adýna bu alandaki birtakým yanlýþ uygulamalarý savunurken bir noktayý gözden kaçýrýyorlar: Muhalif basýnýn iktidara verebileceði zarar “muhalif basýn baský altýnda” algýsýnýn veya imajýnýn vereceði zarardan daha fazla olamaz.
Þunu da sormuyorlar: AK Parti’nin tahayyül ettiði Türkiye görüntüsü bu muydu?
Abdurrahim Karakoç’a rahmet
Türk “halk þiiri” geleneðinin son temsilcisi ve en büyük ustalarýndan biriydi Abdurrahim Karakoç. Dadaloðlu’nun, Karacaoðlan’ýn, Emrah’ýn torunu... Âþýk Veysel’in yeðeni.
Politik duruþu olan, aydýn kimliðiyle bir toplumsal mücadele içinde yer alan bir sanatçýydý ayný zamanda. Milliyetçiydi. Milleti bu topraklar üzerinde ortak bir tarihi paylaþan insanlarýn Müslümanlýk hamuru içinde yoðrularak “bir” olmalarýnýn ürünü olarak gören bir milliyetçi.
Millî Selamet Partisi’nin “milli”liðini yeterli saymadýðýndan Milliyetçi Hareket Partisi’ne yaklaþmýþ ama bir zaman sonra oradan da “Ýslami” rengi baskýn görmediði için ayrýlýp rahmetli Muhsin Yazýcýoðlu ile beraber “Büyük Birlik”çi gençlerin yanýnda saf tutmuþtu.
Ne var ki sanat adamlarý siyaset üstü bir “makam”ýn sahipleridir. Siyasi görüþleri, inançlarý, kökenleri baþka baþka olan insanlarýn da aðýzlarýný dayayýp kana kana su içecekleri yol kenarlarýndaki çoban çeþmeleridir.
Onun için hangi kesimden, hangi görüþten olursa olsun “lambada titreyen alev üþüyor” dizesini okuyup da kendi akýbeti adýna içi ürpermeyen bir âdemoðlu göremezsiniz.
Allah rahmet eylesin.