‘Sevişmemizi Atatürk’e borçluyuz’

Siyasi istismar aracı olmaktan kurtarılan başörtüsü (Kemal Bey ve avenesi öyle diyor), bir başka ilginç ve “verimli” (!) tartışmanın konusu haline geldi.

Nilüfer Göle’nin “modern” ve “mahrem” arasında kurduğu ilişkiyi henüz fehmetmiş, örtünmenin (özellikle kentlerde) “modernleşme isteğinden de kaynaklanabileceğini” az buçuk idrak edebilen bir hanımefendi (gazeteci ve yazardır, çıktığı tartışma programlarında “asker kızı” olmakla övünmektedir ve militan başörtüsü karşıtlarından biridir), başörtüsünün (artık) niçin tehlikeli sayılmaması gerektiğini anlatırken şu örneği vermişti:

“Korkmayalım... Ben korkmuyorum. Sokakta sevgilisiyle öpüşen başörtülü kızları gördüğümde, bu korkumun yersiz olduğunu anlıyorum.”

Demek istediği şey çok açıktı:

“Kullandığınız aparatlar, sizi bizlere benzetiyorsa, mesele yok.”

Mesele neydi peki?

Mesele, kendinizi, farklı “değer tercihleriyle” gerçekleştirmeye çalışmanızdı. Ciddi bir meseleydi bu.

Dolayısıyla, bir “çözücü” ve “değer kaybettirici” aparat olarak başörtüsünün başımızın üstünde yeri vardı, kendisini kamusallaştırabilirdi.

Gerçi Kemal Bey ve avenesi, “Başörtüsü siyasi istismar aracı olmaktan kurtarıldı; bunu biz yaptık” havalarında dolaşıyor ama başörtüsü, tam tersine, Türkiye’deki siyasal çekişmenin (siyasal kutuplaşmanın) başat araçlarından biriydi ve onu bu hale “başörtüsü karşıtları” getirdi.

Esasında henüz “kurtulmuş” değil.

Başörtüsü bir başka çekişmenin (hadi adlı adınca söyleyelim: Gezi olaylarından sonra yüzeye çıkan “sınıfsal itişmenin”) aracı haline geldi yahut getirilmek isteniyor.

Hasan Cemal’in pek bir beğendiği CHP’li Şafak Pavey’in konuşması, bu konuda ciddi ipuçları barındırıyordu.

Pavey, “başörtüsü karşıtı” biri değil.

Bu konuda bir beyanını, bir demecini yahut rahatsız edici bir cümlesini hatırlamıyorum.

Bilakis, tavrını, özgürlüklerden yana koymuş bir parlamenter.

Başörtüsünün Meclis’e girmesinden rahatsız olduğunu da düşünmüyorum.

Konuşmasında beni rahatsız eden şey şuydu:

Pavey, sürekli borçlandırıldığımız Atatürk’e karşı “borçluluk” halimizin devam etmesini istiyor.

Biz bugün bu haldeysek, bunu büyük ölçüde, modernleşmemizin tanrısı olan Atatürk’e borçluyduk.

Hadi bunu bir “retorik” olarak kabul edelim ve “modernleşmemizi borçlu-alacaklı ilişkisi içinde anlamaya çalışan tuhaf ve naif bir görüş, üzerinde durmaya bile değmez” deyip geçelim.

Pavey, her şeyimizi borçlu olduğumuz Atatürk’ün, öpüşen başörtülüler için de alan açtığını söylüyor/söylemeye çalışıyor... “Öpüşebilme özgürlüklerini” elde etmiş talihlilerin, niçin talihli sayılmalarını gerekçelendirirken de, hemen “sınıfçı” bir pozisyon alıyor.

Evet, tahmin ettiğiniz gibi, “çiçekli başörtüsü” benzetmesinden söz ediyorum.

Pavey’e göre, çiçekli başörtüsü takan, dolayısıyla “zevk” ve “stil” sahibi olmadıklarını düşünebileceğimiz (esasında böyle düşünmeliyiz; örtünme bize çiçekli başörtüsünü ve zevksizliği hatırlatmalı ) insanlar, aynı zamanda hak etmedikleri bir özgürlüğü kullanıyorlar: “Öpüşebiliyorlar...”

Bunu da Atatürk’e borçluyuz işte...

Hasan Cemal’in pek bir beğendiği bu konuşma, aynı zamanda, “Gezi ruhu nedir?” sorusunun cevabıydı.

Ki, son derece “açıklayıcı” bir konuşmaydı.

Gezi ruhu budur işte:

Sana benzemeyeni aşağıla ve hemen aidiyetini hatırlat...