Şeytanla kabak ekenin kabak başına patlar

Barajı aşıp aşamayacağı tartışılan HDP maalesef demokratik yöntemlerle siyaset yapan bir parti gibi hareket etmiyor. 

Sandığa inanmıyor ve istedikleri sonucu alamazlarsa sandığa itibar etmeyeceklerini açıkça ilan ediyorlar.

İlanın ötesinde tehdit ediyorlar.

HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ “Barajın altında kalırsa sadece HDP kaybetmez, Türkiye bir siyasi kaosa sürüklenir” diyor.

HDP’nin sempatik yüzü Sırrı Süreyya Önder de “HDP barajın altında kalırlarsa bu bütün ülkeyi, başta kendileri olmak üzere zor duruma sokar” diyerek aba altından sopa gösteriyor.

***

Aynı Yüksekdağ güya seçim güvenliğini önemseyerek “Hükümete çağrı yapıyorum silahla arasına mesafe koysun” diyor.

Dağdaki teröristleri değil devletin güvenlik güçlerini silah bırakmaya çağırıyor.

Tüy dikiyor!

Bunu duyan da doğuda güneydoğuda HDP’liler güvenlik güçlerinin baskı altındalar ve seçim çalışmaları yapamıyor zanneder. 

Oysa durum hiç de öyle değil.

Orhan Miroğlu’nun dünkü yazısında naklettiği fotoğraf hiç de öyle demiyor.

Bölgede güvenlik sorunu yaşayan parti HDP değil aksine AK Parti.

AK Parti iktidar partisi ama adayı güvenlik nedeniyle giydirilmiş seçim aracı bile istemiyor.

Neden?

Çünkü HDP’nin silahlı kanadı tıpkı Ağrı’da olduğu gibi seçmen üzerinde baskı kurmaktan imtina etmiyor.

***

HDP bu konumuyla bana bazı Arap partilerini hatırlatıyor.

Lübnan’da, Irak’ta siyasi partilerin aynı zamanda bir de silahlı kanadı vardır. Yani orduları vardır.

Mesela Hizbullah onlardan biridir. Lübnan’da Hizbullah hem mecliste temsil edilen bir siyasi partidir hem de Lübnan’ın en büyük silahlı gücüne sahiptir.

Irak’taki siyasi partilerin de birer silahlı kanadı vardı. ABD çekilirken bu silahlı birlikleri güya Irak genelkurmayına bağladı. Ama bu birlikler emirleri genel kurmay yerine bağlı oldukları siyasi partiden alıyorlar.

IŞID’ın bu denli başarılarının altında yatan sebeplerden biri de Irak ordusundaki bu disiplinsizliktir.

HDP’nin durumu o partilere çok benziyor. Lakin HDP’nin gözardı ettiği gerçek ise Türkiye’nin o ülkelere benzemediğidir.

***

Gelelim baraj meselesine.

Ben barajı savunmuyorum. Düşürülmesinden yana da değilim. Tamamıyla kaldırılması taraftarıyım. Bu hususta milletvekili olduğum dönemde TBMM Genel Kurulunda yaptığım konuşmalarla iki kez çağrıda da bulundum.

Ayrıca Birlik Vakfı’nın hazırladığı ve sekretaryasını yürüttüğüm 85 maddelik anayasa teklifimizde - ki bu teklifi TBMM anayasa komisyonuna da sunduk- yüzde bir oranında oy alan partinin bile mecliste temsiline imkan veren düzenleme yaptık.

Bunları HDP’nin mecliste temsiline karşı olmadığımın altını çizmek için yazıyorum.

HDP eğer barajı aşamaz ve meclis dışında kalırsa bunun sorumlusu da bizzat kendisi olacaktır.

***

Hatırlayacaksınız AK Parti geçen sene seçim barajıyla ilgili partilere üç seçenek sundu. Barajsız dar bölge, yüzde 5 barajla daraltılmış bölge veya mevcut sistem. 

HDP dâhil hiçbir parti bu teklife yanaşmadı. Hadi diğerlerini geçelim. Baraj sorunu olan tek parti HDP de bu teklife evet demedi. Oysa HDP bu teklifi destekleseydi seçim sistemi dar bölge veya daraltılmış bölge sistemine geçebilirdi. O durumda HDP’nin baraj sorunu olmazdı. Hatta dar bölgeyi destekleseydi  HDP’nin ikinci büyük parti olma ihtimali vardı.

Bu çözüm tekliflerine sırtını dönen HDP şimdi çıkmış tehditler savuruyor. Bunu ispat etmek için de büyük kalabalıkları 1 Mayıs’ta Taksim meydanına çağırıyor!

Tam bir siyasi körlük ve basiretsizlik.

***

Ben olmazsam ülkeyi yakarım demek o ülkeye olan bağlarının ne denli zayıf olduğunu itiraf etmek demektir.

Ülkesini seven ülkesinin çıkarlarını kendi çıkarlarına tercih edendir.

HDP bu taktiğinde ısrarcı olursa bırakın Türkiye partisi olmayı siyasi parti olma özelliklerini de yitirir. Hele barajı aşamaması halinde sokak eylemlerine başlarsa şeytanla kabak ekmiş olur ki meşruiyetini de yitirir.

Yazık olur ama ‘kendi düşen ağlamaz’ demekten öteye yapacak bir şey yok.

Herkes ne ederse kendine eder.