SEZAİ KARAKOÇ: Hikmet ve Tedirginlik

Üstad Sezai Karakoç “Çözüm Süreciyle” ilgili tedirginliklerini dile getirdi geçen hafta. Sadece bir siyasi parti genel başkanı olsaydı elbette daha farklı olurdu akisleri. İslami düşüncenin halihazırdaki ana şalterlerinden olması ve şiirin şahı oluşu, onu siyasetler üstü bir anlamda okumamızı icap ettiriyor. Onu hikmet irfan sahibi bilge kişiliğiyle, ihtiraslardan, dünyalık telaşlardan uzak, münzevi tarzıyla tanıyoruz hepimiz.

Akan kanın, dökülen gözyaşının kesilmesini hangimiz istemiyoruz ki? İş; hepimizin ümidi ve duası olan selamet çözümünün nasıl gerçekleşeceğiyle ilgili. Sezai Karakoç’un bir bilge olarak sunduğu tedirginliğinin, hepimize yönelik bir uyanıklık daveti olduğunu düşünüyorum. Bu iş sadece siyasetin kompetanlığıyla yürüyemez ama aynı zamanda siyasetin kompozitörlüğüne de muhtaçtır gibi zorlu bir denkleme davet ediyor bizi Üstad... Politik, ekonomik, diplomatik başarılarınız gözünüzü kapatmasın diyor.

Sezai Karakoç’un mesuliyete has tedirginlik davetini, yıkıcı, imha edici, karalayıcı, beylik, partizan muhalefetlerden apayrı bir yerde değerlendiriyorum kişisel olarak. Sezai Karakoç, başlıbaşına nasihattir çünkü. 

 

2023 vizyonunu, Karakoç’un “Sürgün” şiirine yaslanarak dillendirmiş Başbakan Erdoğan da çözüm sürecinin sadece siyaset, güvenlik ve bir takım yasal düzenlemelerden ibaret olmadığını ifade ediyor zaten. Toplumun her kesiminin gönlüne yatacak, herkesin içine dahil olabileceği selametli yarınlardan söz açıyor “Büyük Türkiye” derken...

***

İnsanlar ikiye ayrılıyor şiirin dünyasına girince. 1-Aşkı yakaya takılmış bir çiçek gibi taşıyanlar. 2-Aşkı göğse saplanmış bir kurşun gibi taşıyanlar. Üstad Sezai Karakoç kendi ifadesiyle, inancı, coşkusu, kederi, cesareti, hayal kırıklıkları ve ümidiyle yoğrulan sözünü kalbindeki kurşun yarasıyla özdeşleştiriyor. Solduğunda çiçeği, yakanızdan söküp çıkarabilirsiniz. Ama ya kalbe saplanmış bir kurşunsa aşkınız, inancınız... O zaman “ sürgün”dür adınız. Nereye giderseniz gidin, tacınız tahtınız, solmayan bir açık bahtınız olsa da, “sürgün”sünüzdür... Şair İsmet Özel’in dediği gibidir herşey; “cesur ve onurlu diyecekler”dir dışarıdan bakanlar size, “halbuki suskun ve kederliyim” deseniz bile. Şekspir’in Hamlet’i, Fuzuli’nn Mecnun’u, Töton Şövalyeleri, Hz.Ali Cenkleri... Soylu bir itiraz oldukları kadar kederli birer yalnızlıktır da...

Üstad Sezai Karakoç’u, sadece bir siyasi parti genel başkanı olarak dinlemek, kulaklarınızın ve gözlerinizin bir kısmından vazgeçmektir bence. Evet, onun birsiyasi görüşü, devlet bilgisi başından beri vardır. Günümüzün kimlik siyasetlerine mahkum olmuş, dar ve yoksul kavmiyetçilik yoktur onda... Bir Türkmen Dervişi olan Yunus Emre’nin gönlünden ışıyan hikmet, Diyarbakırlı Sezai Karakoç’un kalbinden geçerken kırılmayı, eksilmeyi değil, çoğalmayı ve parlamayı yaşar.

Hikmet... Hüküm manasını da içerdiği için, anlamlar dünyamızda eril bir olgunluk veya kemal derecesini anımsatır ilk okuyuşta. Oysa hikmet, aynı zamanda müennes işaretler taşır, yani anaçtır, doğurgandır, eylemliliği ve hareketi vardır. Hikmetli sözün sırtı yeryüzüne dayandığı içindir ki gözleri hep gökyüzüne bakar. Göklerle yeri bağlayan anaç bir gelim/gidimdir; hikmet.

Ve tedirginlik... Belki de hikmet gibi kararlı bir manaya en uzak kelimedir gibi gelse de ilk bakışta. Hükmü hep uyanık tutup, vicdani muhasebeyi, kalbin alıp vermelerini, hakkaniyet temennisini, hayır, güzellik, iyilik, adalet, merhamet gibi tasavvurları her defasında yeniden gözden geçirip, çoğaltmayı amaçlar, tedirginlik dediğimiz şey...

Bu tıpkı anneliğe benzer. Çocuklarınız uyurken bile tam olarak uykuya dalamamak gibi. Sezai Karakoç, çocuklarını şiirin evinde büyütmüş bir ariftir. “Şair” ile “Şiiri Okuyan” arasındaki bağ ise, hasbidir. Çünkü her ikisi de bilmektedirler ki; “dünya dedikleri bir gölgeliktir”...