SI VIS PACEM...

...para bellum!

Eğer barış istersen, savaşa hazırlan!

Bu Latince ve muhtemelen aslında Şâir Flavius Vegeta’ya âit sözün (yâhut atasözünün) Türkçesi de, dünyâlar durdukça nâmı yürüyesi Ziyâ Paşamız tarafından ve manzum olarak şöyle ifâde edilmişdir:

“Hazır ol cenge eger ister isen sûlh ü salâh!”

(Feilâtün feilâtün feilâtün feilün)

Şâyet bu söz doğru ise, ki bence çok doğrudur, o zaman Türkiye’yi herhangi bir başka devlete karşı taarruz hazırlığında imiş gibi göstermek isteyenler ya basîretsizdir ya da kötü niyetli!

Son günlerde muhtelif kereler yazdığım üzere Türkiye mahallenin kabadayısı değildir!

Değildir ama mahallenin şamar oğlanı hiç değildir!

Öyleyse birtakım hâricî ve bilhassa DÂHİLÎ bedhahların pompalamaya uğraşdıkları Türkiye imajı da kara propagandadır!

Bu eşhâsın kimler oldukları ve hangi amaçlar uğruna, ister gönüllü ister paralı asker olarak, meydana atıldıkları veyâ itildikleri konusuna burada değinmek bile istemem; zâten o mesele tavzîhe de pek muhtaç değil.

Ancak ötede beride savrulan muhtelif palavraları da yok farzedersek sâhibleri muhtemelen o mâlûm meydanı boş zannetme gafletine düşebilirler.

O bakımdan ben burada meselâ Abdullah Öcalan’ın Ada sâhillerinden savurduğu şu tehdîdi kısaca ele almak niyetindeyim:

Buyurmuş ki Üstâd:

“Eğer Kobani düşerse Süreç biter!”

Bir başka Ayrılıkçı İlerigelen, Sabri Ok da aynı meâlde konuşmuş.

Bu ne demek?

Bu şu demek:

Sûriye’de birileri anamızı bellemeye başladı; gelsin Türk Ordusu bizi kurtarsın!

Kurtarsın; ama sonra tıpış tıpış geri dönüp orayı bizlere bıraksın; biz de Türk Ordusu ile vuruşmaya kaldığımız yerden devâm edelim!

Sultan Deli İbrâhim’in, kendisine madik atmaya çalışan bir memuruna yazdığı mektub şöyle başlar:

“Bre mütevellî yapılı kodoş! Bre karpuz kılıklı pezeveng!...”

Berhayât olsaydı da kendisinden bu tehdid konusunda demeç alsaydık lafa acabâ nasıl başlardı?

Bu bendeki tabii Çetin Altan Ağabeyimizinkine benzer “akademik” bir merak...

Yoksa nasıl başlayacağını tahmîn etmek o kadar da zor değil...

İyi hoş da senin o bölgede yıllardır binlerce, hattâ belki on binin üzerinde silahlı militanın yok mu?

Onlar ne bok yemeye oradalar?

Türk askerine pusu kurup sivil “Kürd” halkına eziyet etmek için, n’est-ce-pas?

Ama Kobani’ye gidip kendi soydaşlarını kurtarmaya petkan sıkmıyor, he mi?

Gidinin madrabazları!

Hem yine o havâlîde senin “alçak” Türk düşmanlarından evvel Ağabeyin Barzânî yok mu?

Onun askeri, topu, tüfeği, yüzlerce milyona bana mısın demeyen petro-dolları yok mu?

Niye gidip ondan yardım istemiyorsun da “can düşmanın” Türklerden dileniyorsun?

Bizim alnımızda “enâyi” mi yazılı?

Kobani düşerse Süreç bitermiş!

Doğru dürüst başlamış mıydı ki bitsin?

Sanki ne mal olduğunuz mâlûm değilmiş gibi kıvırtmakdan bir hâl oldunuz ve sanıyorsunuz ki gerçek niyetinizin sâdece, ama sâdece vakit kazanıp bir mikdar toparlanmak olduğunu Türküyle Kürdüyle bütün iyi niyetli ve aklı başında insanlar bilmiyorlar!

Bugün Ziyâ Paşa rahmet istedi anlaşılan:

“Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanırsın?”

(Hergeleler istedikleri kadar anırsın!)

Kıvırtın, devâm edin, kıvırtın!

Bakalım nereye kadar?

Ama dikkat edin ki kıvırtırken ayağınız sürçüp Fırat’ın sularına kapılmayasınız!

O kadar matah bir yerse gidin Kobaninizi de kendiniz kurtarın!

NOT:Kendilerine “Atsız Ata’nın evlâdları, yok şusu, busu” gibi şatafatlı sıfatlar yakıştırarak bana sataşma cür’etini gösteren gerzek soysuzlara da iki çift lafım olacak...

Pek yakında bu sinemada...Y.A.