Şiddet hakkında kendi iç alemimize bakıyor muyuz hiç?

-Şiddeti ve katliamı reddetmek:

Paris’te yaşanan katliam, dini veya etnik mensubiyeti ne olursa olsun, tüm insanların üzerinde derin bir infial yaratmıştır. Herhangi bir “ama” parantezi açmadan evvel söyleyeceğimiz şey, şiddeti reddettiğimizdir.

-Aceleci algı ve dezenformasyona karşı: Medya üzerinden kurulan bağlamların şiddeti ve nefreti arttırıcı söylemi temellendirmesi hadisesiyle de karşı karşıyayız. Charlie Hebdodergisine yapılan saldırının ajanslar üzerinden verilirken, İslam peygamberine yönelik rencide edici karikatürlerle bağlantılı olarak sunulması, bunun bariz örneklerindendir.Mezkur karikatürler yeni değildi oysa, 2012 yılında çizilmişti. Charlie Hebdo, sadece İslam figürleriyle değil Hıristiyan ve Musevi simgeleriyle  ilgili olarak eleştiri düzeyini zorlayan yorumlar da yapmıştı... Oysa katliamın akabinde tüm dünyada hatta bizim yerli basın ajanslarında dahi, İslam uzantısı ve vurgusuyla sunuldu medyatik şablon...

-Şiddetin nedenleri hakkında düşünmek: Avrupa’da göçmenler aleyhine artan ırkçı ve fobik karşıtlığa, elimizden geldiğince dikkat çekmeye çabalıyoruz bazı köşe yazarları olarak... Köln kilisesinin başlattığı ışıklarını söndürme eylemi, Nürnberg’teki ışık zinciri, İsveç’teki aile hareketi olumlu örnekler olarak Avrupa merkezli şiddet karşıtı, barış aksiyonlarıydı. Lakin Paris saldırılarıyla, “birlikte yaşamak” adına atılmış bu toplumsal barış adımları, yeşereceği yerde berhava edileceğe benziyor...

Avrupa’daki değişim, sadece göçmenler ve melezler üzerinden takip edilecek bir nüfus dönüşümünden ibaret değil. Ekonomik krizi gözardı edemeyiz. AB üzerinden yaşanan ekonomik kriz bağlamındaki güvensizlikler, eski Avrupa’ya has paktları ciddi sorguya açıyor. Krizi aşmak üzere kurulacak çarelerse, ilkin göçmen ve melezleri hedef alıyor maalesef ... Oysa 70’lerin işçi göçmenlerinden ibaret değil Avrupa’daki yeni yüzler. Girişimciliğe adım atmış, kendini Avrupalı olarak takdim eden “Yeni Avrupalı”lar için, 90’ların“entegrasyon” ezberiyle yaklaşım giderek anlamını yitiriyor. “Eski Avrupa”nın hem ten rengi hem de kültürel seçenekleriyle kendine pek yakın bulmadığı bu yeni nüfusla ciddi derdi var... Ekonomik kriz, Eski Avrupa ile Yeni Avrupa arasındaki gerilimi, iyice gün yüzüne çıkarıyor...

-Özeleştiriyi bizler de yapmalıyız: 11 Eylül sonrası ABD’nin yönettiği “şer ekseni” dayatmasıyla, İslam toprakları ölüm tarlalarına dönüştü. Sadece Irak’ta resmi rakamlarla 1.5 milyon insan öldürüldü. Afganistan’da 1979’dan beri süren işgal... Bosna faciası... Afrika’da açlık ve kuraklığa rağmen devam eden kanlı operasyonlar. İsrail’in başta Gazze olmak üzere Filistin’de uyguladığı zulümler. Arakan’daki vahşet ve soykırım... Suriye duyarsızlığı...

Bu zorlu, gözyaşı ve kanla yazılmış ağır ajandası İslam toplumlarının, kitlelerce ölümün gözardı edilişi, ölümün rakamlaştırılması hadisesi, özellikle yeni kuşak İslam gençliğini “Batı” karşıtı çizgide biriktiriyorNefret, nefreti körüklüyor.

“Batı”nın pervasızca uyguladığı şiddet, bir bumerang gibi kendi göğsünde patlayınca da kıyamet kopuyor. Reaktif bir zincirleme ilişkisine benziyor bu, “ölümcül kimlikler”le doluyor her yanımız, ne ekersek onu biçmeye başlıyoruz hep birden...

Tekbir getirerek kestiği gırtlakları Hello Kitty defterine not alan yeni nesil, sadece Batı için tehdit değil. Kendileri gibi olmayan Müslümanlar için bile açık tehdit. Sosyal medyada Paris saldırısını kınayan anonsumdan sonra ben bile nasibimi aldım bu galiz nefret dalgasından. “Ben bile” derken, içinde yetiştiğim ve hizmetinde bu yaşa geldiğim, genel anlamıyla İslami duruşu kastediyorum. Dışarıda karşılaştığında “hocam” diye hitap ettiği annesi yaşındaki bir yazara yönelik eleştirisini, namus ve haysiyete dil uzatmaktan başlatan fevkalade hoyrat, izansız, hikmet yoksulu bir dil bu.

Kendisi gibi düşünmeyeni derhal kafir ilan eden yeni bir şiddet dalgasıyla karşı karşıyayız... Tek sorun PEGIDA değil anlayacağınız...