Ne Türk sinemasý dedirtelim zorla ne de Türkiye sinemasý... Dilbilgisi açýsýndan sorarsanýz doðrusu Türk sinemasý tamlamasýdýr, ama dilbilgisi mi olmalý önceliðimiz? Bu topraklarda yeterince ayrýmcýlýk, düþmanlýk ve savaþ gördükten, sýrf milliyeti farklý diye insanlara kýydýktan sonra sonra bir dilbilgisi hatasýna da katlanabiliriz, herhalde. Alman, Ýtalyan, Fransýz, Amerikan, Japon sinemasý dediðimiz doðrudur ama Ýran, Çin, Avustralya, Mýsýr, Danimarka sinemasý da deriz. Kim ne diyorsa desin, birbirine þiddetli tepki göstermesin, tahammül etsin. Tabii bir de Türk sinemasý diyenler ve Türkiye sinemasý diyenler birbirini yaftalayýp kamplaþmayý derinleþtirmesin...
Hepimiz anlýyoruz altýnda yatan sorunu: ‘Türk’ün sinemasý mý yoksa ‘Türkiye’nin sinemasý mý bu yapýlan? Ýsrail vatandaþý Suha Arraf, Ýsrail Film Fonu’ndan aldýðý destekle yaptýðý “Villa Tuma”yý Filistin filmi olarak Venedik Film Festivali’nde gösterdiðinde kýyamet kopmuþtu. Bir tek El Haaretz gazetesi kültürel kimlikleri kabul etmek gereðini savunmuþtu. O zaman aklýma takýlmýþtý: Eðer Türkiye’den bir yönetmen devlet destekli yapýmýný Kürt filmi diye uluslararasý bir festivale gönderse neler olurdu? Türkiye sinemasý diyerek ne kadar zarif ve birleþtirici olduðumuzu bilmem bu örnek anlatabildi mi...
51. Antalya Altýn Portakal Film Festivali’nin canlý yayýnlanan kapanýþ törenini ‘yeni Türkiye sinemasý’na eleþtirilerini yöneltmek için fýrsat bilen usta yönetmen Ertem Göreç, Film Yönetmenleri Derneði Ödülü’nü vermek üzere sahneye çýktýðýnda çoktan yapýlmýþ ve kapanmýþ olmasý gereken bir tartýþmayý yeniden açtýrdý. Belli ki bu tartýþma bastýrýlýyor ama uygarca çözümlenip bir sonuca ulaþmýyor. Türk sinemasý demek gerekir, baþka türlüsü yanlýþtýr zihniyetindekilerin anladýðý anlamda bir Türk olmamakla birlikte bu tamlamayý kullanýrken elim titremez, bir kimlik karmaþasý yaþamam. Bu zihniyete sahip olanlarýn açýk seçik ayrýmcýlýðýna raðmen! Milliyetçi deyince iltifat gibi algýlýyorlar, o derece!
Öte yandan Türkiye sinemasý deyince milliyetçilerin bile tepki göstermesini gerektirmeyecek bir yapýdan söz ediyoruz. Bu ülkede sinema yaparken kimse kendini kimliði yüzünden dýþlanmýþ hissetmesin, varlýðýný, kültürünü, dilini özgürce ortaya korusun diye tercih edilmiþ bir tamlama bu. Ama milliyetçi gözüyle hemen “bölücülük” diye algýlanýyor. Zaten bu ülkede kim ne yapsa ne dese, bile isteye yanlýþ yorumlanýyor. Kültür sanat çevresi dahi heykeltraþýn keskisiyle deðil nalýncýnýn keseriyle yontuyor fikirlerini.
Göreç’in bence Türk / Türkiye sinemasýnýn en iyi iþçi filmlerinden biri olan “Karanlýkta Uyananlar”ýný özellikle dönemin toplumunun demografik daðýlýmýný da temsil etmesi bakýmýndan önemli bulurum. Kimlik meselesinin yaný sýra filmlerde kullanýlan gündelik dilde yoðun olarak küfürlerin yer almasýna da ayný biçimde tepki gösterdi. Bu eleþtirinin ondan gelmesi nedeniyle ülkemizin yaþlý kuþaðýnýn sinemaya gelenekçi ve milliyetçi yaklaþýmý üzerine yeniden kafa yormak gerek sanýrým. Baþka bir yazýyla... Göreç, bir kuþak çatýþmasýný temsil ediyor. Bugünün sinemasýný oldum olasý sevmez, karþý çýkar, kullanýlan dili onaylamaz. Küfür kafir diyaloglarý sinemaya yakýþtýrmaz.
Peki ama bugünün yönetmenleri zamanýnda onun yaptýðý gibi gerçekçi bir film çekince sokaðýn dilini kullanmasýn da ne yapsýn? Hele bu dilin küfürlerine yansýyan cinsiyetçilik içinde boðulduðumuz eril þiddetin kaynaðý iken! Örneðin “Sivas” filmindeki köpek dövüþtüren erkeklerin küfürbazlýðý dillerine vurmuþ bir erkeklik sorununun göstergesi... Öte yandan mizahýný eleþtirel olmadan belden aþaðý küfür üzerine kuran filmlerden, küfürle kendini ifade etmenin ilkelliðinden zaten aklý baþýnda kimse hazzetmez.
Belki bir gün de kimlik baskýsýndan ve cinsiyetçi horlamadan azade “þiddetsiz Türkiye sinemasý” tartýþýrýz...