Sýký tutun, aman düþme Berkecan!...
Bundan bir kaç yýl önceydi...
Caddebostan sahilde yürüyorum... Nefis bir hava var, ne üþütüyor ne de terletiyor...
Caddebostan Plajý’na giden yol üzerinde bir yerde durdum... En sakin yer hemen önümdeki çocuk parkýydý.. Parktaki bir banka oturdum..
Sahil kalabalýk.. Yürüyüþe çýkanlar, bisiklete binenler, koþuyormuþ gibi yapanlar, benim gibi aylak aylak gezenler...
Oturduðum yerden þöyle bir kafamý çevirip arkama baktým...
Yemyeþil çimenler, yeni ekilmiþ fidanlar ve rengârenk çiçekler... Önümde ise deniz, çarþaf gibi... Hava pýrýl pýrýl, adalar harika görünüyor... Uzatmýþým ayaklarýmý, yakmýþým sigaramý keyfime diyecek yok...
Derken iki kadýn yanlarýnda bir çocuk, parka geldiler... Kadýnlarýn kýlýk kýyafetlerinden cadde ahalisi olduklarý belliydi... Çok rüküþ olmasa da yürüyüþ için biraz abartýlý giyinmiþlerdi bu Beyaz Türkler...
Biri hemen yanýmdaki banka oturdu.. Diðeri, (muhtemelen anne) 4-5 yaþlarýndaki çocuðu elinden tutup kaydýraða kadar götürdü...
Park boþ olduðu için konuþtuklarýný rahatlýkla duyuyordum...
“Bak Berkecan!..” (Çocuðun ismi Berkecan mý hatýrlamýyorum!.. Sallýyorum!.. Neticede Beyaz bir Türk’ün çocuðu bu.. Abdürrazzak olacak hali yok!..)
“Çýkarken dikkat et yavrucuðum... Yavaþ yavaþ çýk!.. Üstüne baþýna dikkat et, düþme emi?!..”
(Beyaz, zenci.., fark etmiyor.. Tipik bir Türk annesi refleksi iþte; “Çocuk düþmesin diye, ‘sakýn düþme emi?..’ diye tembih edeceksin... Etmezsen çocuk düþer!..)
Bunlar tanýdýk bildik standart uyarýlar...
Ha vukuat sonrasý uygulama farklý olabilir elbette... Yani, düþtükten sonra ‘dikkatli olsaydýn be yavrucum..’ tesellisiyle avutulan çocuk olduðu gibi, ‘ulan sana demedim mi ben?..’ fýrçasýný yiyen çocuk da var!.. ( Nadir de olsa düþtüðü için dayak yiyen çocuk da duymuþsunuzdur..)
Herneyse kadýn çocuðu býraktýktan sonra arkadaþýnýn yanýna gidip banka oturuyor..
Sohbet baþlýyor... Anlaþýlan o ki, dernek gibi birþeyin toplantýsý var.. Kulis yapýyorlar.. Kime nasýl tavýr alýnacak tartýþýlýyor... Konudan konuya geçiliyor... Kim ne giyecek, makyaj, hangi araba, o sevimsiz de gelecek mi?... Yani bir yandan da dedikodu gýrla...
Yalnýz Berkecan’ý kaydýraða götüren (muhtemelen anne!) kadýnýn performansý müthiþ!.. Bir yandan yanýndaki kadýnla nefes almadan konuþurken diðer yandan ve hiç sektirmeden bir kaç dakikada bir çocuða sesleniyor;
Oðlum dikkat et.., yavaþ yavrum.., öyle yapma caným.., amman düþersin bak ha,...
Zavallý Berkecan sürekli uyarý aldýðý için oldukça temkinli...
Kaydýraktan salýncaða gidiyor... Anne hemen pozisyon tarifi yapýyor; ‘Oðlum iyi otur, zincirlere sýký tutun, düþme emi..’ ( Tabii ya çocuða nasýl oturacaðýný, nasýl sallanacaðýný tarif etmezsen çocuk salancaða binemez!.. Ýleri geri sallanacaðýna saða sola sallanýr.., hem de bunu amuda kalkarak yapmaya çalýþýr!. Çocuk bu, nerden bilsin deðil mi?!..)
Sonra yine kaldýðý yerden dedikoduya devam ediyor...
Derken bir kadýn daha geliyor parka... Uzun boylu sarýþýn bir kadýn.. Onun da yanýnda civciv sarýsý sevimli mi sevimli bir velet...
Ýçimden ‘ulan ne kadar Alman tipli bir kadýn!..’ diye geçirirken kadýn çocukla (bu da muhtemelen anne!) Almanca birþeyler konuþuyor... Üç beþ kelime o kadar...
Alman çocuk bizim Berkecan’dan da küçük ha.. 3-4 yaþlarýnda olduðunu tahmin ediyorum...
Annesi onunla gitmiyor, elinden býrakýyor çocuðu... Saðýmdaki boþ banka oturuyor..
Çocuk koþarak kaydýraða gidiyor... Dedim ya Berkecan’dan küçük bu velet..
Ama çok hareketli... Düþerek kalkarak kaydýraða týrmanýyor ve kendini oradan hýzla býrakýyor...
Annede çýt yok.. Çocuða gülümsüyor... Çocuk kumda yuvarlanýyor, aðzý yüzü kum içinde... Zýplýyor, atlýyor, kaydýraða tersten týrmanýyor, ‘amman düþecek’ diye benim yüreðim hoplarken anne (muhtemelen anne) sadece gülümseyip el sallýyor.. Aðzýný açmýyor...
Sonra çantasýndan bir kitap çýkartýyor, okumaya baþlýyor... ( N’olucak, zaten eðlenmesini bilmez bu Almanlar!.. Bu havada kitap mý okunurmuþ?!..)
Bizimkiler dedikodu arasýnda arada bir Berkecan’ý uyarmaya devam ederken, Alman kadýn arada bir göz ucuyla çocuðuna bakmak dýþýnda hiç bir þeye müdahele etmiyor... Okumaya devam ediyor...
***
Ha, gelelim soruya... Nereden çýktý þimdi bu anekdot?...
Daha iki yaþýnda (24 aylýkken) okulla tanýþan, kendine güveni olan, baðýmsýz, özgür birey olarak yetiþen eloðlu Mercedes yapýyor...
‘66 aylýk çocuðun ilköðretimde ne iþi var?.., 72 aydan aþaðý hayatta olmaz’ diyen bizim zevat da o Mercedes’in ancak dingilini yapýyor!...
(Tabii ki asýl dertleri, bir çocuðun erken yaþlarda Kuran ve Peygamberle tanýþma riskiyle(!) karþý karþýya kalmasý.. )
Neyse, sen bize bakma Berkecan, sýký tutun, düþme emi!..