Silâh, ancak ‘devlet' eli ve izniyle kullanıldığında..

Önce küçük gibi gözüken ve Kuzey Irak'daki son harekât sırasında adı çokça geçen bir mekânın ismine değinelim.

Beynelmilel haritalarda ingilizce 'GARA' şeklinde yazılıyor diye, hattâ bazıları 'GARO' şekline dönüştürerek okumayı sürdürüyor, bizdeki medya ve hemen bütün siyasîler.. Halbuki, o mekânın ismi 'GARA' da değil, 'GAARE..' Yani, 'A' sesi biraz uzatmalı şekilde..

Suriye'de ismi İngiliz alfabesine göre 'Azez' diye yazılan bir yer var ve ingilizce olarak 'Aziz' telaffuzuna yakın şekilde söylenir.

Ama, yeni Amerikan Başkanı'nın ingilizcede 'Biden' şeklinde yazılan ismini kimse, 'biden' diye okumuyor; yazarken de, türkçe okunuşundaki gibi, 'Baydın' diye yazmıyor.

***

Bu işaretten sonra gelelim, asıl konumuza..

Kuzey Irak'da, 'Gaare' denilen stratejik bölgede Türkiye'nin yaptığı son harekât üzerine bugünlerde çokça tartışılan konuya..

***

Özellikle de, PKK'nın Türkiye Meclisi içindeki uzantısı olan, uzaktan kumandalı bir siyasî partinin bu konuya yaklaşımı ve hele de m.vekili olan bir hanımın, 'esir askerlerin öldürülmesi'nden söz etmesi sinirleri bir hayli gerdi. Bu hanım, Devlet'in pazarlık masasına yaklaşmadığını söylüyor; kısaca, cânîleri muhatab kabul etmeyişinden dolayı devleti suçluyordu.

Halbuki, son asırlarda geliştirilen devlet ve hukuk felsefesi ve mantığına göre, sadece 'Devlet' niteliğine sahip sosyal üst-yapı kurumu denilen mekanizmalar silah kullanabilir ve ona karşı silâh kullananlar ise, kim olursa olsun, 'suçlu' ve yaptıklarının sonucunu da taa baştan kabul etmiş sayılırlar.

***

Böyleyken.. CHP Gn. Başkanı bu konuda, o hanımın söylemediğini de söylüyor, ve, PKK tarafından 5-6 yıldır rehine olarak tutulan 13 kişinin öldürülmüş olmasından dolayı, C. Başkanı Erdoğan'ın sorumlu olduğunu ileri sürebiliyor.

Erdoğan, 'Cumhurbaşkanı ve Başkomutan' olarak elbette sorumludur ve o, sorumluluktan kaçmayan birisi olduğunu her çetin şartta göstermiştir.

Ama, CHP Başkanı'nın sözünü ettiği sorumluluk, PKK'nın o cinayetinin, Erdoğan'ın hatalarından kaynaklandığı mânâsına geliyordu. Ki, o muhalefet lideri, bu kaçırılmalardan ne kadar haberdârdı, pek belli değil.. Ancak, kendisinin yandaşı olan gazeteciler, 'Hiç haberimiz yoktu..' diyecek kadar ilgisiz olduklarını şimdi itiraf ediyorlar. Ama, Başkomutan, o mazlumların kurtarılması için yıllarca çaba harcıyordu ve son harekât da bunun neticesidir. O Harekât hazırlanırken, her türlü kayıp ihtimalleri de önceden elbette göze alınıyordu.

***

Ama, bırakalım, savaş uçağı ve helikopterleri; hattâ İHA ve SİHA gibi küçük ve insansız hava araçlarının bile yaklaşamıyacağı bir tabiî kale durumundaki o yere dış şartlar açısından müdahale etmek son derece çetin olduğu gibi, içeriye girebilmenin de bir ayrı çetinlikte olduğu sonradan anlaşıldı.

Çünkü o kayalık yükseklikler içinde oyulmuş mağaranın demir kapıları, labirenti andıran dehlizlerindeki özel odalar vs.. Nitekim, TSK o harekât sırasında 2'si yüzbaşı, birisi astsubay olmak üzere 3 kurban veriyor.

Nihayet, son anda, içerden çıkıp 'teslim olan' bir 'terörist', içerde rehine olan 13 kişinin bir 'terörist' tarafından öldürüldüğünü söylüyor ve TSK da, ancak oraya girdikten sonra, elleri arkalarından bağlanıp şakaklarına birer kurşun sıkılarak öldürülenlerin kimliğini, o cenazelerin Malatya'ya getirilip kimlik tesbiti yapıldıktan sonra öğreniyordu.

Böyle bir neticenin ortaya çıkmasını göze alamayanlar, terör örgütlerinin, cinayet şebekelerinin karşısında hiçbir şey yapamazlardı.

CHP Başkanı ise, Ecevit'in, Öcalan'ı yakalayıp getirmesini örnek gösteriyor.

Halbuki, Ecevit, 'Amerika'nın Öcalan'ı yakalayıp bize teslim ettiğinin sebebini ben hiç anlamadım..' diyen kişidir.

Bugün ise, görülüyor ki, Gaare'de PKK'yı o kadar müstahkem bir şekilde koruyan Amerikan emperyalizmidir ve Erdoğan Türkiyesi bu oyunu net şekilde görmüş ve bin yıl öncelerdeki Hasan Sabbâh'ın 'Alamut Kalesi'ni andıran o cinayet ocağını söndürmüştür.

***

NOT: Dün merhûm Prof. Doğan Cüceloğlu'nun cenaze namazında bulunmak istedim. 'Henüz öğle namazına 2 saat kadar bir vakit var, yetişirim' diye düşündüm. Dondurucu soğuk ve kar serpintili bir havada yola çıkıyordum ki, tv. haberlerine baktım, cenaze namazı kılınmak üzere!. C.Başkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Eğitim Bakanı Ziya Selçuk da tâbutun kenarında saf tutmuşlardı.

***

Ârif bir zat şöyle demiş:

'Ben ölünce, yanımda üç grup arkadaşım vardır. Evde kalanlar, yolda olanlar, ve sonuna kadar benimle birlikte olanlar..

Evde kalanlar; mal-mülk, makam-mansıb, şöhret, vs..

Yolda olanlar, beni mezara kadar götüren evlâd- u iyâl, ve dostlar ki, geri dönecekler..

Sonuna kadar benimle birlikte olanlar ise, beni terketmeyip mezara girenler.. Yani, amellerim..'

***

Bu açıdan bakıldığında, 84 senelik bir dünya hayatına vedâ eden Doğan Cüceloğlu bir psikolog, yazar ve eğitimci olarak, hayırlı çalışmalarının kendisine yardımcı olacağı amelleriyle gitti, bu dünyadan denilebilir..

O, içinden yetiştiği halkın aslî değerlerine ilgisiz durmak ve hattâ onlarla mücadele etmek gibi bir 'laik aymaz'lıktan uzak durmuştu.

Rahmet-i ilâhî'nin ona ebedî yolculuğunda yoldaş olmasını niyaz ediyorum.