Silahlanma, silahsızlanmadan daha mı makbul?

9 Mayıs aslında Avrupa Günü ama ne yazık ki bu barış projesine gönderme yapıp anacak bir uluslararası ortam bulunmuyor. Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında silahlarını gömüp el sıkıştığını hatırlatan gelişmeler yaşanmıyor. 

Yaklaşık 60 yıl önce “silahları bırakalım, birlikte iş yapalım” denirken, bugün “silahlanalım, tek başımıza iş yapalım” anlayışı yaygınlaşıyor. Önceleri, “silahları herkes bıraksın” anlaşmaları yapılıyordu, bugün ise “silahları bazıları bıraksın” hukuku uygulanıyor. 

Her devlet silah satmak, her devlet de almak istiyor. Üstelik bireyler ve örgütler de en az devletler kadar silahlanıyorlar. Silah piyasasında yasal anlaşmalar var, ikinci el var, teknolojisini üreteni var, parçalarını birleştirip satanı var, yasa dışı üretim var, yasa dışı ticaret var. Kısacası çok geniş ve çok derin bir ekonomik yapı. 

Trump, bu alanın en önemli destekçilerinden birisi. Aslında Putin, Çin devlet başkanı, Macron ya da Merkel’in de bu sektörden hiç uzak durmadıkları hatırlatılmalı; sadece en açık sözlü lider Trump. 

  

  

Silah, kullanışlı bir araç

 

ABD Başkanı’na göre, bireysel silahlanmanın önünde yasal engeller olmamalı. Birisi silaha davrandığında, onu durdurmanın en iyi yolu ona silah çekmek. Tabi kim daha hızlı silah çekerse ya da kimin elinde daha iyi silah varsa o yaşayacak, diğeri ölecek. Devlet de öldüreni katil diye tutuklayıp hapse atacak. Böylece devlet her iki silahlı kişiden de kurtulmuş olacak. 

Bu mantık, dış politika için de geçerli. Başta ABD ve Rusya olmak üzere bazı devletler, önce bir ülkeyi silahlandırıyorlar. Silahları alan bir an gelip bu silahları kullanıyor, karşı tarafı öldürmese de ağır yaralıyor; ancak bu sefer de saldırgan durumuna düşüyor. Tıpkı Lübnan, Mısır, İran, Irak hatta Yugoslavya’nın tarih içinde farklı zamanlarda başlarına gelenlerde olduğu gibi. 

Silahları alıp kullanmayan ise ekonomik olarak irrasyonel davranmış oluyor; tıpkı Yunanistan gibi “sermayeyi deveye yüklemiş” sayılıyor. Bununla birlikte, bir diğer ve daha vahim mesele ise satıcıların silahın hangi türünün kimde olacağına da karar verebiliyor olmaları. 

  

Kazanan belli

  

Kitle imha silahları örneğin, İran’da olmasın istenirken Pakistan’da bulunması endişe kaynağı olarak görülmüyor. K. Kore’nin Çin tarafından baskı altına alınması istenirken ABD’nin İsrail’e baskı yapmaması olağan bulunuyor. Anlaşılan, silahlanmaya kimsenin itirazı yok. İtiraz, “benim silahımı al ve benim seçtiğim düşmana yönelt” noktasında ortaya çıkıyor. Zira, silahı satan hem savaştırma imkanı kazanıyor, hem satmama tehdidiyle baskı yaratabiliyor, hem de başkasından satın almaya kalkanı cezalandırıyor.  Kısacası silah, öldürmekten fazlasına yarayan bir araç. 

İran nükleer anlaşmanın Trump tarafından onaylanmaması, Türkiye’ye savaş uçağı satılmaması konusunun tartışılmaya açılması, YPG’nin silahlandırılması ve daha nice örnek gösteriyor ki, “silah” çok kanlı bir ticari rekabetin en sert siyasi aracı. Üstelik bu büyük rekabetin tarafları doğrudan birbirlerine silah da çekmiyorlar. Ölen ve öldüren başkaları olduğu sürece, kazanan yine kendileri oluyor. Dolayısıyla ABD, Rusya ya da başka bir ülkeden silah ya da savunma teknolojisi almanın bir farkı yok, sonuç değişmiyor. 

Bu sarmaldan çıkmanın yollarından biri,  Avrupa Günü’nün “silahları bırakıp iş yapalım” anlayışının başka bölgelerde de hayata geçmesini sağlamak. Çin, Kore yarımadasında bunu deniyor; umalım ki başka bölgelerde de barış planları olan ülkeler yeniden liderliği ele alsınlar.