Silahlara veda, barışa merhaba

Balyoz Davası” sonuçlandı. “Darbeye Teşebbüs”, hepimizin gözleri önünde yargılandı. Gerçekten önemli bu kararla birlikte Türkiye artık bir dönemi kapatıp yeni bir döneme geçti. Teşebbüs edildiğinde caydırıcı ağırlıkta cezalar yağan darbelerle ilgili, daha önemli bir başka dava yürüyor bugünlerde: “28 Şubat” davası... Balyozdan farkı, 28 Şubat’ın darbe teşebbüsü değil, bizatihi darbenin ta kendisi oluşudur, bunu hatırlamakta fayda var... Zira 28 Şubat davası, Ergenekon ve Balyoz Davalarına karşı girişilen yoğun itibarsızlaştırma güzergahından epeyce payını alarak yürüyor. Hem mahkeme heyetinin basına da yansıyan tarafgir ve gayrı ciddi tutumu, hem Ergenekon-Balyoz sürecinde yaşadığımız toplumsal yıpranma 8 Şubat Davasını maalesef menfi şekillerde etkiliyor...

Aslında normal şartlarda sürecek bir davayı ne basın aracılığıyla tertip edilen “itibarsızlaştırma” kampanyaları, ne de az evvel sözünü ettiğimiz “toplumsal yıpranma payı” etkileyemiyor olmalıydı. Çünkü yargı ne medyayla ne de algı yönetimiyle ilgilenmez. Adliye terazisini taşıyan mitolojik kadının gözlerindeki bağ, buna işaret eder, yani yargı karşısında herkes eşittir ve yargıçlar karar verirken tarafsız davranacaklar, kimseden etkilenmeyeceklerdir... Yargı objektivizmi dediğimiz şey, toplumsal algıya göre biçim alan sosyolojik bir şey değildir çünkü, sonuçların var edeceği muhtemel psikolojiye de bakamaz karar veren yargıçlar... Kanunlarda tarifini almış yasal suç tipine uygun her hareket kanuni soruşturmaya ve muhakemeye tabidir zira.

Balyoz sonrası, darbeye teşebbüs etmiş askeri şahısların ailelerinin yaşadığı üzüntüleri hepimiz de etkilenerek seyrettik televizyonlardan. Kim ister ki evlatların babalardan ayrı düştüğü bir mukadderatı? Hele darbeye teşebbüsten hüküm giyen Dursun Çiçek’in avukatlığını yapan kızı, beni cidden etkileyen bir karakterdir. Bir evlat için hakikaten ağır bir sınav... Cezalandırılma sırasında alkış tutmamanın gerekliği terbiyesi vardır geleneğimizde, cezasını zaten çekecek olan mahkum, çarptırıldığı cezadan fazla bir şeyle daha rencide edilmez, edilemez. Mahkumiyetin, diğer insanlara verdiği ibret çok önemlidir. Bizler, Balyoz Davası’nın sonuçlarıyla, darbenin ve darbeye teşebbüsün ne kadar ağır bir suç olduğunu da gördük aslında... Keşke, tüm bunlar yaşanmamış olsaydı da bizim böyle bir davaya, darbelere ve teşebbüslere dair bir tecrübemiz olmasaydı toplum olarak... Lakin bizim siyasi tarihimiz aynı zamanda darbeler tarihi içeriğini taşıdığı için, bu şekilde bir toplumsal yüzleşme kaçınılmazdı...

Budavadan çıkarılacak en büyük ders; Silahlı Kuvvetlerin darbe gibi bir görevleri olmadığı gerçeğidir...

***

Dikkat ederseniz gerek Ergenekon ve Balyoz Davaları, gerekse 12 Eylül ve 28 Şubatı yargılayan muhakemelerin yürüyüş yollarında konuşabiliyoruz bizler demokratikleşme ve çözüm süreci gibi konuları.Darbeci zihniyetle, çözümüne uğraştığımız toplumsal barışın ciddi ilintileri var zira.

Toplumsal barışla son otuz yıllık ağır terör bilançosundan kurtulmak istiyoruz hepimiz. Toplumsal barışa dair eşit yurttaşlık talepleri sürüyoruz. Darbeciler dönemi bittiğine göre, PKK dönemi de bitti aslında.Artık silahlı kuvvetlerin miadı doldu. İster Ordu olsun, isterse silahlanmış başka bir örgüt gücü, artık silahlara veda edip, siyaset yapmanın kapısını açan yeni bir dönemdeyiz...

Hatta CHP’nin yaşadığı tüm çalkantılar da buna paraleldir. Çünkü CHP, Türkiye siyasi hayatının kuruluş günlerinden bu yana tüm darbe deneyimlerini; ya bizzat içinde bulunarak ya da razı gelerek görmüş geçirmiş, eski Türkiye’nin yapıtaşı mahiyetinde bir partidir. Herkes demokratikleşirken, herkes toplumsal barış için adım atarken, darbelere arka çıkmış bu parti de değişimden payına düşen revizyonu yapmak zorundadır...

Beğenmediği gidişatı, silah zoruyla değiştirmek anlamındaki darbeler dönemi tarihe karışmıştır... Bunu sadece Balyoz Davası mahkumları değil, hepimiz de görmeliyiz...