Silivri’den Tahrir’e Uzlaşma ve Çatışma

Ankara sokaklarında öfkeli küçük gruplar dolaşıyor Pazar sabahı. Akşam saatlerinde oynanacak Galatasaray-Fenerbahçe maçı için toplanmışlar.

İstanbul’un hali malum, günlerdir maçın havasıyla yaşayanlar var.

Futbol dünyanın pekçok ülkesinde kimlikleri tanımlayan/belirleyen ya da en azından aidiyet oluşturan bir özellik taşıyor. Hatta giderek bu yönü daha da ağır basıyor. İspanya ve İngiltere başta olmak üzere pekçok örnekte olduğu gibi, hayatın her alanında futbol bir şekilde kendisini ifade etmek isteyenlerin tutacağı dala dönüşüyor.

Geçtiğimiz yıldan bu yana devam eden şike davası ve sürecinde, tartışmaların odağındaki takım Fenerbahçe oldu kuşkusuz. Tartışmanın nereye gittiği konusunda henüz bir fikrimiz olduğunu sanmıyorum. Ancak ortaya çıkan ipuçları, FB etrafında cumhuriyetçi-kemalist bir tepkinin giderek daha ağır bastığı yönünde.

Kendisini hem FB’li, hem de bahsettiğim çizginin dışında farklı düşüncelere sahip olarak tarif edenler elbette var, her zaman da olacak. Ancak eğer davayla başlayan süreçte bir ana damardan, bir toplanma halinden söz edeceksek; bunu cumhuriyetçi-kemalist çizgi üzerinden ifade etmek kolayca itiraz edilir bir iddia değil.

Bir futbol takımının taraftarı olmak, eğer düne göre daha fazla kimlik, aidiyet ve varlık sebebi sayılıyorsa, büyük klüplerin gidişatı üzerinden gelecek okuması yapmak da tuhaf bir yöntem olmasa gerek.

***

Tabloyu bir de başka boyutuyla görmeye çalışalım.

Geçtiğimiz hafta Silivri’de Ergenekon davasının karar süreciyle birlikte ortaya çıkan öfkeyi, tepkileri değerlendirenler, genelde iki başlıkta toplandılar. Bir yanda tepkiyi hafife alıp, ‘sabur köpüğü misali gelir geçer’ diyenler. Diğer yanda bu çıkıştan yeni bir iktidar yürüyüşü arayanlar.

Ne biri, ne de diğeri. Ancak biraz önce futbol üzerinden ifade ettiğime eşdeğer birderin kamplaşmanın giderek daha fazla görünür hale geldiğini görmekte yararvar.

Türkiye’de neredeyse her gündem maddesinin, bir şekilde ayrıştırıcı özellikkazanması üzerinde daha fazla durmak gerekiyor. Sadece Kürtler üzerinden yaşananlar değil, futbol dahil her alanda böyle bir tehlike aniden beliriyor karşımıza.

***

Ne tuhaf değil mi, biz bunları konuşurken (ya da her zaman yaptığımız üzre hiçkonuşmazken !), bir başka dost ülke, benzeri bir tartışmayı/süreci hem de en sert biçimde yaşıyor.

Mısır, Tahrir’de milyonların kaderini eline alan büyük yürüşüyün ardından, bukez ortaya çıkan yeni iktidara yönelik tepkilerin girdabında savruluyor. Buradan hareketle ifade edersek, Mısır’ın ‘Kemalistler’i, kolayca teslim olmayacaklarını söylemeye çalışıyor.

İster Silivri’ye bakalım, ister Tahrir meydanına çıkıp ‘kolay teslim olmayacağız’ diyen kalabalıklara. İsterseniz futbol üzerinden kendisini ifade etmeye çalışan taraftarlara.

Burada işler sanıldığı kadar yahut sandığımız kadar kolay görünmüyor.

Bunca zaman gücü elinde tutup, adaleti unutanların, şimdi çıkıp özgürlük ve adalet talep etmeleri elbette tuhaf. Ama bugün gücü elinde tutanların, dünün aksine adalet ve özgürlük çizgisinden en küçük bir taviz vermeden yola devam etmeleri esas olan. Herkesin hak ettiği cezayı ve karşılığı alması konusunda en küçük bir geri adım atmadan elbette.

Adaletin en çok güç sahibine yakıştığını sıkça hatırlamak gerekiyor.