Þimdi kim Ýslamcý

Ýslamcýlýk tartýþmalarýnda gelinen noktada sorumuz þu: Bugün kime Ýslamcý diyebiliriz? Bu sýfatýn ilk taþýyýcýlarýnýn fikirlerinin, taleplerinin ve hedeflerinin ne olduðu konusunda pek ihtilaf yok. Öyleyse kimlikleri meçhul olan bugünün Ýslamcýlarýný teþhis edebilmek için eldeki bu veriyi kýstas olarak kullanmak faydalý olabilir.

19’uncu asrýn ikinci yarýsýnda ortaya çýkan Ýslamcýlýk akýmýnýn üç ana sütunu var. Ýslamcýlýktan söz etmek için her üçünün de ayakta olmasý lazým. Sacayaðý gibi. Ýlki öze dönüþ fikri. Ýkincisi ittihad-ý Ýslam ve antiemperyalizm, üçüncüsü istibdatla mücadele.

“Öze dönüþ” tarih boyunca kültürel etkilerle þekillenen ve zamanla dinin yerini alan din yorumlarýnýn yerine Ýslam’ýn aslî mesajýna dönülmesi demek. Dünya Müslümanlarýnýn birliði anlamýna gelen “ittihad-ý Ýslam” kavramý Ýslam ülkeleri arasýnda siyasal birlikten ziyade dünya Müslümanlarý arasýnda belirli konularda anlayýþ birliðinin saðlanmasýný ve birlikte hareket etmelerinin teminini öngörüyor. “Ýstibdat karþýtý” sýfatý ise bugünün dünyasýnda “demokrat” kavramýna denk geliyor.

Bugüne gelecek olursak... Benim bir tezim var: Hem bir fikir akýmý olarak Ýslamcýlýðý hem de belirli bir süredir toplumumuzda yaþanan “Ýslamlaþma” cereyanýný anlayabilmek ve anlamlandýrabilmek için “Sosyolojik Ýslamcýlýk” adýný verdiðim kategoriyi mutlaka hesaba katmamýz gerekiyor. Toplumdaki “Ýslamlaþma” cereyanýnýn aydýnlarýn zihin dünyasýndaki Ýslamcýlýk cereyanýyla iliþkisini çözmek için Ýslamlaþma cereyanýnýn esasen sosyolojik bir geliþme olarak okunmasýndan yanayým ben.

Sözgelimi Almanya’ya iþçi olarak giden ve orada yabancý bir kültürün tehdidini üzerlerinde hisseden insanlarýn köylerinde veya kasabalarýnda yaþayan akrabalarýný hayrete düþürecek derecede “dindarlaþma” eðilimi içine girmeleri herhalde yaþadýklarý kültür çatýþmasý ve “kimlik” problemi baðlamýnda açýklanabilir. Yoksa bu insanlar Sait Halim Paþa’yý, Nurettin Topçu’yu veya Sezai Karakoç’u okuyarak bir sosyal harekete start vermiþ deðiller. Gerçi bardaðýn dolu tarafýný görmek istersek burada elbette Ýslam akidesinin ve kültürünün yabancý inanç ve kültürlerin hücumu karþýsýnda mensuplarýna direnme gücü verdiði sonucunu da çýkarabiliriz. Ama esas itibarýyla sosyolojik bir hadise var karþýmýzda.

Sadece Almanya’da deðil, Türkiye’nin iç göçle hýzla büyüyen metropollerinde de ayný tabloyu görüyoruz. Köyünde, kasabasýnda yaþarken “herkes kadar dindar” olan insanlar büyük þehirlere geldikten bir süre sonra “herkesten daha dindar” görünmeye baþladýlar.

1960’larda, 70’lerde CHP’nin oy deposu olan Ýstanbul gecekondularýnýn 90’lardan sonra Milli Görüþ partilerine yönelmesinin ve bu sosyal kesimde yaþanan “Ýslamlaþma” sürecinin mantýklý bir açýklamasýný arayanlar sosyolojinin imkânlarýna baþvurmak durumundalar.

Ben iþte bu yüzden “sosyolojik Ýslamcýlýk” diye bir þeyden söz ediyorum. Burada öncelikle merkezin tahakkümüne çevrenin baþkaldýrýsý var. Paylaþým kavgasý var. Kültür çatýþmasýnýn doðurduðu kimlik ihtiyacý var. Yani bir kimliðe sýðýnarak kültür çatýþmasýnýn üstesinden gelme ihtiyacý var.

Ýslamcýlýðýn sacayaðý durumundaki üç hedeften bahsetmiþtik. Bugün “Ýslamcý” adlandýrmasýna muhatap olan kesimlerde “öze dönüþ” fikrinin izi var mý? Yok, çünkü birincisi toplumsal Ýslamlaþma cereyanýný ortaya çýkaran faktör zihinsel bir arayýþ deðil. Ýkincisi benim “Popüler Ýslamcýlýk”diye tabir ettiðim geleneðin temsilcileri olan medrese ve tarikat mensuplarý ve onlarýn günümüzdeki varisleri öze dönüþ fikrine oldukça soðuk yaklaþtýklarý için din anlayýþýný daha ziyade bu geleneðin þekillendirdiði kesimden bunu beklemek doðru deðil. Ayný þey Ýslamcýlýðýn diðer iki sütunu için de geçerli. Ýslam Birliði konusu günümüzde sadece siyasallaþmýþ Ýslami gruplar için önemlidir; diðerleri için pek önemi yoktur. Demokrat tutum da toplumumuzun olmazsa olmazý deðildir.

 

Uzun lafýn kýsasý, ilk Ýslamcýlarýn fikirleriyle ve gayeleriyle uyuþmalarýný kýstas alýrsanýz ne günümüzün tarikat ve cemaatlerinin ne de siyasi partilerinin “Ýslamcý” olarak anýlma- larý doðru görünmüyor.