Simgesel ve tarihsel bir arayış

Türkiye’de birçok gelişmenin doğru tartışılmadığı kanısı galiba hepimizde var. Bu yalnız politik alanla sınırlı değil, işte ekonomide olan şu yerli otomobil tartışması.

Sanıyorum burada, başta Sanayi ve Ekonomi bakanlıkları ve bizzat sayın bakanların kendileri olmak üzere, yerli otomobili simgesel bir olgu olarak ele alıyorlar. Örneğin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç’un ‘yerli otomobil intihar olur’ çıkışına bağlı olarak, bunun Türkiye’nin marka değeri ile ilgili bir sorun olduğunu söyledi. Çağlayan’ın ve tabii ki hükümetin bu anlamda yerli otomobile tarihsel-simgesel bir yük yüklediği belli. Bunun haklılık payı var; burada sorun, Türkiye’de ekonomideki oyuncuların da siyasette olduğu gibi, bundan sonrası için hazırlıklı olup olmadığı, anlayışlarının, dünyaya, Türkiye’ye ve ticarete bakışlarının değişip değişmediği.

Şimdiye değin hazır pazarlara dayanarak, devletin korumasında ve ancak devletin altyapısını hazırlığı alanlarda faaliyet gösteren, yanlış yatırım yapsa bile içinde bulunduğu tekelci yapıya dayanarak yüksek kârlar elde eden bir özel sektörle Türkiye ancak bir yere kadar gidebilir. İşte ‘yerli otomobil’ tartışması özünde budur. Ama Türkiye’de siyaset kurumu bunu yeni görüyor; Zafer Çağlayan bunun için ‘Türkiye marka çıkarmalı, yapamayan, yapmasın tamam ama diğerlerinin de önünü tıkamasın’ diyor. İşte sorun budur, örneğin otomobil ya da uçak neyse bunu yeni bir markayla baştan üretmek ve pazar aramak Koç için intihar olabilir, doğrudur. Ama Koç, Türkiye adına konuşmamalı.

Siyasette Kürtler’le, Türkler’in eşit olduğunu yeni anlamaya, anlatmaya ve bunu Anayasal güvenceye kavuşturarak bu topraklarda barışı kalıcılaştırmak adımlarını yeni atmaya başladık; çok şey kaybettikten sonra. Şimdi yıllardır Türkiye’de her dediği olmuş tekellerin, artık Türkiye adına konuşamayacağını; yalnız, hepimiz gibi kendi aileleri ve şirketleri adına konuşabileceğini anlıyoruz. Aslında bu ikisi birbirine bağlı. Şimdiye değin, üç-beş aile hepimiz adına, Türkiye adına konuştuğu için Kürt sorunu diye bir sorunumuz oldu, bunun için bugün borç batağındaki İtalya’nın, İspanya’nın küresel sanayi markaları oldu, bizim olamadı. Biz ancak İtalya’nın küresel markasının bayiliği yaptık ama o bayileri de Türkiye adına konuşturduk, sonra da buna demokrasi dedik. İşte hükümetin sanayide ‘babayiğit’ araması bu anlamda demokrasi talep eden burjuvazi aramasıdır. Yani sorun sadece otomobil yapan bir babayiğit bulunup bulunamaması değildir.

Şimdilerde içinde bulunduğumuz barış sürecinin kalıcılaşması, yeni demokratik bir Anayasa ve siyasetin bütün bu dinamiklerle yeniden yapılandırılması çok açık söyleyeyim ki, Türkiye’nin ‘eski’ yapıları ile rekabet edecek, onları intihara sürükleyecek kadar rekabet edecek, teknolojiyi yalnız uygulayacak değil, üretecek ve ticarileştirecek ve bütün bu sürece siyasi olarak -hükümetten bile daha fazla- sahip çıkacak yeni bir burjuva sınıfı ile olur. İşte hükümetin ‘babayiğit’ arayışı ve yeni bir otomobil markası ısrarı budur. Bu anlamda bu arayış simgesel ve tarihseldir.

Babayiğit’in İstanbullu ya da Ankaralı olması şart mı?

Geçen hafta Washington’da yapılan G-20 toplantısında ilginç bir gelişme oldu; Japonya’nın ihracatı ve büyümeyi destekleyen ve bunun için enflasyonu göze alıp, parasının değerini düşüren yeni yoluna sanıldığı gibi pek itiraz gelmedi. Çünkü Avrupa cephesinin önünde net bir çıkış stratejisi yoktu. Almanya, geleneksel kemer sıkma politikaları ve değerli Euro ile daha fazla devam edemeyeceğini anladığı için AB tarafı G-20’de net pozisyon alamadı. Son Boston saldırılarından da anlıyoruz ki, ABD’de Obama’nın ve çekirdek FED’de Bernanke’nin geleneksel sektörler yerine, yeni kontrol sanayilerini destekleyen yeni politikalarından neocon cephesi rahatsız. Zaten tam şimdilerde Bernanke’nin görev süresini de bu yüzden tartışmaya açtılar. Aslında bu tartışma FED’in cari para politikasının devam edip etmeyeceği tartışmasıdır. Neocon cephesinin ekonomi tarafı iki türlü kaybediyor, hem onların koruduğu ve barındığı geleneksel sektörler kontrol gücünü kaybediyor ve yerlerini Silikon Vadisi sektörlerine bırakıyor, hem de petro-kimya gibi ve petrol gibi alanlarda eski yapılar ve ortaklıklar dağılıyor. Örneğin Türkiye ve Azerbaycan gibi ülkelerin Ortadoğu ve Hazar bölgesinde enerji yollarını ve üretim alanlarını denetlemek üzere attıkları adımlar bunları çok tedirgin ediyor. Şimdi bu resme baktıktan sonra, krizin kapısına dayandığı Almanya’da ve Avrupa’nın geri kalanında medyadan finansa, otomotive kadar ‘eski’ olanlara bizde kimler ortak buraya da bir göz atalım. Bu eski ortaklıklar ve ortaklar çok zor durumda, Asyalı yeni oyuncular onları zorluyor. Henüz intihar edecek durumda değiller ama yarın hiç belli olmaz.

Öte yandan enerjide Ortadoğu’da ve Türkiye’de, yukarıda anlattığım çekişmeye bağlı olarak, pazara yeni oyuncular girecek. Bizde ‘tek’ olan dev rafineri belki beş olacak. Yani babayiğit geliyor ama bu pek ulusal değil, küresel olacak bence.