Sinemacýlarýn Keloðlan çýkmazý

Bir Ýstanbul Film Festivali’ni daha devirdik! Yoksa festival mi bizi devirdi, o kýsmý tartýþmalý tabii. Festival’in ikinci haftasýný daha çok evsahibi / hostes göreviyle geçirdiðim için pek film izleyemiyorum, ama Türkiye sinemasýndaki son geliþmeler hakkýndaki bilgilerimi tazeliyor, sinemacýlarýn görüþlerini derliyor ve dünyanýn dört bir yanýndan Ýstanbul’a gelip haber yapmak isteyen meslektaþlarýma aktarýyorum.

Bu yýl genel itibariyle üzücü bir rapor çýktý ortaya. Hýzla çöküþ dönemindeki Yeþilçam’a benzemekteyiz. O zaman beceremediðimiz endüstrileþmeyi hala beceremediðimiz için yeni bir çöküþün eþiðindeyiz... Sinemacýlara “Biz neden film yapýyoruz? Bu zahmete deðer mi?” diye düþündürtecek hale geldik...

Aslýnda pek o kadar film endüstrisi meraklýsý deðilimdir. Bugünkü kýsýtlý olanaklar çerçevesinde bile kendine Hollywood’u örnek alan birtakým hýrslý iþadamlarýnýn bol kar býrakan herhangi baþka bir üründen farklý görmedikleri filmlerle, piyasayý manipüle etme, spekülasyon yapma, hangi görüþ egemense onun nabzýna göre þerbet verme vb. taktikleriyle bir anaakým sinema oluþturma eðiliminden endiþe ederim. Çünkü bu eðilimler film endüstrisini etkisi altýna alýr. Onun kýyýsýnda köþesinde bir baðýmsýz sinema varolmaya çalýþýr. Kimliðini bile ortaya koymakta sýkýntý çeker. Düþünün ki dünya çapýnda kitleler Amerikan baðýmsýz sinemasýnýn büyük ustalarýný Hollywood’dan ayýrt edemez, çünkü onlar da ayný yýldýzlarla film yapmaktadýr. Sinema, bir ünlü surete indirgenir. Film, onun adýyla anýlýr...

Ama günahýyla sevabýyla birçok Avrupa ülkelerindeki gibi saðlýklý bir sektörümüz olmasýný çok isterim, doðrusu. Yapýmýz, nüfusumuz, pazarýmýz, kültürümüzle bizim modelimiz Avrupa’dýr. Avrupa ülkelerinin sinema sektörleri gibi kendi ihtiyaçlarýmýz doðrultusunda biçimlendirdiðimiz, stüdyo - star sistemine dayanmayan; devletin destekleyici ve özendirici olduðu bir þemsiye sayesinde kýzgýn güneþten de þiddetli saðanaktan da korunduðu bir sektör herkesin yararýna olacaktýr, kuþkusuz.

Fakat Mayýs ayýnda TBMM’den geçmesi beklenen yeni sinema yasasý dýþýnda verecek iyi bir haberim yok. Devlet desteði dýþýnda piyasadan zýrnýk koparamayan -istisnalar kaideyi bozmaz- bir genç sinemacýlar topluluðu ve onlarýn bir türlü gerçekleþtiremedikleri projeleri, acemice ve amatörce gerçekleþtirdikleri için ham meyve tadý veren ya da gayet güzel olgunlaþmýþ ama izleyicisiyle festivaller dýþýnda buluþamayan, bir kuruþ gelir getirmeyen filmlerinden ibaret bir “durum” içerisindeyiz. Ve bu “durum”u iyileþtirecek bir irade de görünmüyor ufukta...

Okulunu bitirmiþ, sektörde deneyim kazanmýþ, artýk yönetmen koltuðuna oturmak isteyen bir sinemacýnýn önünde masallardaki gibi engeller var! Daðlarý delecek, büyücülerle baþ edecek, ejderhalarla savaþacak sanki! Hatta biraz Keloðlan muamelesi de görüyorlar “sanat” yapýyorlarsa! Ne senaryosunu bir profesyonele elden geçirtebilir ne ona yatýrým yapacak bir yapýmevi bulabilir. Herkes kendi yapýmcýsý olmak zorunda çünkü tek büyük finansman kaynaðý devlet, onun da bürokrasisi çetin. Borçlarýnýzý temizlemeden size yeniden kredi açmaz.

Bir film dediðiniz sadece birkaç film festivaliyle izleyiciye ulaþamaz, sadece para ödülleriyle gelir elde edemez ki! Parasýz ödül de karýn doyurmaz, ancak ego doyurur! Televizyonlar ancak dizilere para öder, bir bölüm dizi bedeline iki film göstereyim demez. Daðýtýmcý yüzüne bakmaz filmin, baksa salonu nereden bulacak?

Ülkedeki toplam giþe hasýlatýnýn yüzde 70’ini getiren 1896 sinema salonu tek bir þirketin elinde toplanmýþ durumda. Daðýtýmcýlarýn Rekabet Kurulu’nun onayýný almýþ böyle bir tekel karþýsýnda neredeyse hiç söz hakký kalmadý. Ýyi niyet ve iyi iliþkilerle nereye kadar ne yapýlabilir bilemem. Nitekim söz konusu para olunca salonlarýn fethedilmesi için gemileri karadan yürütmeye bile gerek kalmýyor!