Sinemayla müziğin en güzel buluşmaları

Müzik festivalleri mevsimi resmen başlamıştır! Biz de sinemayla müziğin buluştuğu en güzel filmleri derleyelim dedik ve usta isimlere sevdikleri eserleri sorduk...

Yaz müziğin salonlardan meydanlara, bahçelere, arkeolojik sit alanlarına taştığı mevsim... Avrupa’nın dört bir yanında düzenlenen müzik festivallerinde saray avluları operalara, antik amfi tiyatrolar rock konserlerine, kent meydanları caza açılır. Türkiye de bu açık havada müzik şöleninden geri kalmaz. Özellikle kıyısı bulunan şehirlerde; İstanbul’da, Antalya’da, İzmir’de, Bodrum’da, Marmaris’te birbiri ardına son derece seçkin müzik festivalleri düzenlenir.

Müzik ve müzikle ayrılmaz bir bütün oluşturan sahne sanatlarının en iyi etkileşime girdiği disiplin sinema. Bu başlık altında hemen akla gelen müzikallerin haricinde de usta yönetmenlerin pek çoğu müziği tutkuyla sever ve önemser. Federico Fellini’den Michael Haneke’ye, Carlos Saura’dan Martin Scorcese’ye ve Alan Parker’a dek birçok duayenin filmlerinde müzisyenlerin ve müziğin yeri ayrıcalıklıdır. Krzysztof Kieslowski Zbigniew Preisner’in, Theo Angelopoulos da Eleni Karaindrou’nun bestelerinin ‘üzerine’ film yaptıklarını söyleyecek kadar öncelik tanırlardı müzik kullanmaya...  Aynı zamanda müzisyen olan, filmlerinin müziklerini de besteleyen yönetmenler Charlie Chaplin’den John Carpenter’a dek çeşitlenir! Julien Temple misali birçok yönetmen de dönem ve topluluklara dair belgesellerle hem müzik hem sinema tarihine katkıda bulunuyor.

Drama açısından da özel hayatlarından politik duruşlarına dek müzisyenlerin renkli ve/ veya trajik öyküleri, tutkulu ve karmaşık özel yaşamları mükemmel malzeme oluşturuyor. Edebiyatçıların süzgecinden geçen müzisyen portreleri yedinci sanatın iyi örnekleri arasına kolayca girebilecek biyografik filmlere dönüştürülüyorlar. Bu biopic’lerde gerçek, hayal gücüyle beslenerek müzisyenlerin hayatını efsaneleştiren ya da tersini yapan ayrıntılar sayesinde soundtrack’te kullanılan bestelerine yansıttıkları duygular daha iyi anlaşıldı: Ken Russell, Çaykovski’nin eşcinselliğini saklamak için yaptığı zoraki evlilikte çektiklerini anlatan Yalnız Kalpler, Tony Palmer’ın Stalin döneminde Şostakoviç’in yaşadıklarına odaklanan Tanıklık örneklerinde olduğu gibi. Bertrand

Tavernier’nin Geceyarısına Doğru’da yaptığı gibi kurmaca bir öykü ve karakter gerçek kişiliklerin toplamı oldu. François Girard’ın Glenn

Gould Üzerine 32 Kısa Film’inin herbiri ünlü müzisyenin bir katmanını açtı.

Temmuz ayında da kadrosu Philip Seymour Hoffmann, Catherine Keener, Christopher Walken ve Mark Ivanir’den oluşan A Late Quartet adlı filmi sinemalarımızda izleyeceğiz. Bir klasik müzik dörtlüsünün birbirine karışan profesyonel ve özel ilişkilerini izlemesi de dinlemesi eş derecede zevkli bir süreç.

Opera filmleri, caz filmleri, rock filmleri onlarca belgesel ve kurmacayla hem sinemanın hem de müziğin müthiş yorumlarını ekranlara taşır. Elvis Presley, The Beatles ve Operadaki Hayalet (hem romanı hem müzikaliyle) gibi çok popüler isim ve yapıtlar ise birer alt kategori sayılmayı hak edecek kadar çok filme konu oldu!

Peki otoritelerin müzik ve müzisyenlere dair en sevdikleri filmler hangileri? Üçer tanesini sorduk, işte yanıtları...

Vecdi Sayar (PERA FEST Sanat Yönetmeni, yazar, film eleştirmeni): Pink Floyd The Wall/ Alan Parker, Orkestra Provası/ Federico Fellini, Amadeus/ Miloş Forman.

Cumhur Canbazoğlu (sinemamuzik.com kurucusu, film eleştirmeni): Shine/ Scott Hicks, Piyanist/ Roman Polanski, Hilary ve Jackie/ Anand Tucker.

Ahmet Erenli (Borusan Kültür Sanat Genel Müdürü): Fitzcarraldo/ Werner Herzog, Amadeus/ Miloş Forman, Ve Gemi Gidiyor/ Federico Fellini.

Sevin Okyay (Yazar, film eleştirmeni): The Blues Brothers/ John Landis, Shine a Light/ Martin Scorcese, I’m Not There/ Todd Haynes.

Yeşim Gürer Oymak (İstanbul Müzik Festivali Direktörü): Taraf Olmak/ Istvan Szabo, Dünyanın Tüm Sabahları/ Alain Corneau, Inspired by Bach The Cello Suites/ Kevin McMahon, François Girard, Barbara Willis Sweete, Atom Egoyan, Nic Fichman, Patricia Rozema.

Yeşim Gürer Oymak Mozart ile Salieri’nin rekabetine odaklanan Amadeus’u apayrı bir yere koyduğunu, Sevin Okyay Scorcese’nin The Blues belgesel dizisini, Vecdi Sayar Ken Russell’ın Lizstomania’sını da ayrıca belirtti.