Sınırımızda biri “cambaza bak” diyor...

Takvimlerin, Ağustos 1974’ün ortalarını gösterdiği gün, Amerikan Senatosu’nun en genç üyesi Joe Biden’in sekreteri, senatörle mutlaka yüz yüze görüşmek isteyen bir seçmeni ileri bir tarihe atlatmanın yolunu arıyordu. Adam ısrarlıydı, aksanlı İngilizcesi ile Türkiye’nin Kıbrıs’ın yarısını işgal ettiğini ve bu çok önemli konuda en kısa zamanda senatörle görüşülmesi gerektiğini savunuyordu. Telefondaki şahıs, bugünün Amerikan Helen Enstitüsü Halkla İlişkiler Başkanı Dr.Dean C.Lomis’di... Lomis’in o günkü görevi, Biden’in seçim bölgesi olan Delaware’nin Helen Enstitüsü Başkanlığı’ydı... Delaware, 19’ncu yüzyıldan bu yana en çok Yunan/Rum göçmen alan Amerikan bölgesiydi... 

Sekreter pes etti, Dr.Dean C.Lomis, ertesi gün Joe Biden’le buluştuğunda yanında, eyaletin önde gelen Yunan asıllı 13 ismi daha vardı... Amerikan Helen Enstitüsü Başkanı Nick Larigakis, 30 Temmuz 2014 tarihli yazısında, “Eğer Lomis ve arkadaşlarının Ağustos 1974’teki o buluşması olmasaydı, biz Yunanlılar, Amerikan Kongresi’nde, Senatör Paul Sarbanes (Maryland’in Rum asıllı senatörü) kadar davamıza yakın bir senatöre ulaşamamış olacaktık. Biden’in, Kıbrıs konusunda Rum tarafının haklılığına inanması, işgalden (1974 Kıbrıs Harekatı’nı kast ediyor) hemen sonra Türkiye’ye konulan silah ambargosunu mümkün kıldı. Biden’in tam 52 yıl sonra Kıbrıs’ı ziyaret eden ilk Amerikan Başkan Yardımcısı olmasının perde arkasında da bu buluşma vardır” diyordu.

Gözden kaçan açıklamalar...

Biden’in Harvard Üniversitesi’nde yaptığı konuşma, Suriye zemininde ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan özür dileme tartışmasıyla kamuoyuna yansıdı. Oysa, o konuşmanın, Kıbrıs’la ilgili bir soru üzerine şekillenen rotası daha dikkat çekiciydi: “Kıbrıs sorunuyla 1970’li yılların ortalarından bu yana yakından ilgilenirim ve yakın arkadaşlarım bana, Joe Bidenapolis derler, bunun nedeni, seçim bölgemdeki Yunan toplumuyla olan yakınlığımdır...”

Aslında, Biden, tartışmalara konu olan 2 Ekim 2014 Harvard konuşmasında Kıbrıs sorunuyla ilgili söylediklerinin benzerini, Kuzey Amerika Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu’nun Filedelfiya’da 10 Temmuz 2014’de düzenlediği yıllık büyük dini toplantıda söylemişti, yansımalarını bugünlerde görüyoruz:

“Kıbrıs ve İsrail açıklarında bulunan doğalgaz ve petrol yataklarıyla, Yunanistan ve Lübnan’da tespit edilen benzer rezervler, Doğu Akdeniz’i dünyanın yeni bir enerji kaynağı haline getirdi. Biz Amerika olarak bölgenin gelişmesi için devredeyiz ve Kıbrıs’ın uluslararası hukuk çerçevesinde kendi ekonomik bölgesinde çalışmalarını sürdürmesini destekliyoruz. Kıbrıs, Amerika için önemli bir stratejik müttefiktir. Bu nedenle Kıbrıs, özgür, egemen ve birleşik olmalıdır. Erdoğan ile yaptığım görüşmede kendisine bu politikamızı net olarak aktardım. Amerika için Türk askerlerinden arındırılmış birleşik bir Kıbrıs ve bu Kıbrıs’ın Rum çoğunluğunun kontrolündeki hükümeti önemlidir.”

Bu yaklaşım,  Amerika’nın darbesine darbe diyemediği Sisi ile, Yunan Başbakanı Samaras ve Rum lider Anastasiades’in Kahire buluşmasını, Rum liderin aralık ayı başında yapacağı İsrail ziyaretini çok iyi anlatıyor.

“Kazan-kazan teorisi...”

Biden(apolis)’in Harvard konuşmasında verdiği detaylardan anladığımız, Washington’un bu konuda bir de “kazan-kazan” formülü geliştirdiği... Formüle göre, Doğu Akdeniz’deki doğalgazı Kıbrıs Rum-İsrail ikilisi çıkaracak, Türkiye de bu doğalgazı en ucuz yoldan Avrupa’ya taşıyacak!.. Önümüzdeki günlerde Ankara’da olması beklenen Biden’in çantasında bu tür bir formül var...

ABD, Türk ordusundan          neden rahatsız...

Soğuk Savaş yıllarında, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın özel manevrasıyla, “Üçüncü Dünyacı, Sovyet yanlısı” görülen Başpiskopos Makarios’tan kurtulup, Kıbrıs’ı iki NATO üyesinin ordularına teslim eden ABD’nin birden “Türk askeri fobisi”nin oluşması dikkate değer... Oysa, TSK’nın oradaki varlığı, her zaman bir NATO güvenlik alanı olarak görüldü. Sorunun yanıtı, Rum ordusunun İsrail ile gerçekleştirdiği ortak harekatlarda yatıyor. Belli ki, İsrail, Kıbrıs’ın kendisine bakan kuzey kesimindeki TSK varlığını, artık, kendisi için önemli bir ulusal güvenlik riski olarak görüyor. 

Bu noktada, Erdoğan’ın Biden’e verdiği (kendisi söylüyor) “iki bölgeli iki toplumlu federal Kıbrıs’a evet deriz, Türk askerinin geleceğini yeni Kıbrıs anayasasındaki garantörlük maddeleri belirler”cevabı ABD-Avrupa çizgisinde Doğu Akdeniz’de hayal edilen yeni dengelere oturmuyor.

Anladığım, hayli zorlu bir meselemiz var, gözüm Kobani’de değil, Gazi Magosa açıklarında... Sanki biri bizi Mürşitpınar sınır kapısında oyalamak için “cambaza bak” diyor...