Sivil toplum mu dediniz?

Sivilleşmeden murat, “atanmışlar” egemenliğine son vermek, denetim organlarını üniformadan arındırmak mıdır yalnızca?

Ya da, “sivil toplum” demokrasi talebinin bir sonucu mudur gerçekte?

Yoksa, amiyane benzetmesiyle, sapla saman yine birbirine mi karıştırılmaktadır...

Gramsci, “Sivil toplumun anası liberal kapitalizmdir” diyordu. Türkiye’de “sivilleşme”, ya da “sivil toplum” dendiğinde, nedense yönetimin askerî bürokrasiden sivil bürokrasiye geçmesi anlaşılır.

Sivilleşme, yalnızca MİT’e smokin giydirmek, parlamentoyu asker vesayetinden kurtarıp adam gibi bir “denetleme organı” haline getirmek, MGK’daki sivil üye sayısını artırmak mıdır?

Sivil toplum, aynı zamanda bir “sonuç” değil midir?

Marx, “Bizatihi sivil toplum, ancak burjuvaziyle birlikte oluşur. Ancak doğrudan doğruya üretim ve ticaretin sonucu olan toplumsal örgütlenme, her zaman bu adla anılmıştır” diyordu.

Üretim ve ticaretin sonucu olan toplumsal örgütlenme...

Yani, burjuvalaşma, zenginleşme, liberal kapitalizm.

Kemal Tahir ne diyor?

“Gerçek bir kölelik döneminden, feodaliteden geçmedikçe ne burjuva sınıfı kurmak olasıdır, ne işçi sınıfını kurmak... Çünkü burjuva ‘zengin’ demek değildir. Burjuva ‘üretim’ çılgınlığına kapılmış, üretmek satmak için ahlâk, namus, din, aile, millet, insanlık gibi sosyal varlıkların topunu birden gözden çıkarmış bir rezillik toplamıdır. Bunu yetiştirmek kolay değil. Yetiştirilemez bu meret. Onu, şartlar hazırlar. O şartların dışında hiçbir yerde insandan sabun yapan canavar yetiştirilemez. Eğer burjuva, zaten böyle bir canavar olmamış olsaydı, Marx, emekçi çoğunluğunu bu üretim çılgını azınlığın elinden kurtarmak için ‘Sınıf olarak, burjuva sınıfı ile kafa kafaya gelmek zorunludur’ diye fetva verir miydi? Doğudaki zenginle ekonominin namusunda anlaşmak olasıdır, ama batıdaki burjuva ile namusta anlaşmanın bugüne kadar yolu bulunamamıştır.”

İsterseniz iki tanımlamayı (Marx ve Gramsci’nin tanımlamalarını) birleştirip öyle okuyun.

Sivil toplum derken, İdris Küçükömer’e yer vermemek doğru olmaz.

Küçükömer bizde bu “sonuç”un, yani Batı’daki gibi devleti belirleyen bir özel çıkarlar alanı olarak sivil toplumun (burjuvazinin) geciktiğini söyler.

Bunu Osmanlı toplumsal düzeni mümkün kılmamıştır.

Cumhuriyet döneminde de durum aynıdır.

Bürokratik vesayet sistemi, hem sivil toplumu geriletmiş, hem de kurtuluşu “yabancılaşmakta” gören komprador karakterli bir burjuvazinin oluşmasına yol açmıştır.

Cumhuriyet hatta bu burjuvaziyi özendirmiştir.

Sivilleşmenin, ya da sivil toplumun tekabül ettiği sonuçla, doğrudan doğruya “üretim ve ticaretin sonucu olan toplumsal örgütlenme”nin, yani burjuvalaşmanın, yani liberal kapitalizmin tekabül ettiği sonuç aynıdır.

Bu iki sonucu birbirinden bağımsız düşünmek imkânsızdır.

Neden mi?

Bu iki sonucu birbirinden ayrı düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır da, ondan.

Sivil toplum, asker vesayetinden kurtulmak, demokratikleşmek, seçilmişlere söz hakkı tanımaktır ama aynı zamanda “sisteme dahil olmak”tır...

İsterseniz, sivil toplum projeleriyle (talepleriyle), yukarıdaki “sonuç”u karşılaştırmalı olarak, enine boyuna, mümkünse yüksek sesle düşünelim.

Sivilleşelim ama, bu sonuç, sakın ola Batı’daki burjuvayla “namusta anlaşma” yoluna götürmesin bizi!

HAMİŞ:

Yukarıda okuduğunuz satırlar, Mehmet E. Yavuz imzasıyla yazdığım yazının düzeltilmiş ve güzelleştirilmiş versiyonudur.