Siyah-Beyaz çizgilerde ‘Müslüman kadın’

Üstad Hasan Aycın Beyefendi’nin çizgisiyle, Yedi İklim Dergisi’nin Aralık ayında rastladık ona... Sayfanın sağ alt ucunda, hararetle bir şeyler yazmaktaydı elindeki beyaz kağıda. Etrafına saçılı kitaplarıyla, tematik formun yaklaşık 20 de 1’ini kaplayan cüssesiyle onu gördüğümde; gülümsedim. Bize benziyordu çünkü...

Devasa büyüklüğüyle onu kuşatmış, gökyüzü, yeryüzü, güneş, ay, yıldızlar, gece ve gündüz gibi kevni izlerin altında ve sağ alt köşede, sanki vakti dar, sanki tüm sıkışmışlıklara rağmen tuttuğu küçük yerin farkında, sanki cesaret kadar sabrı da gerektiren bir işin içindeki bu yalnız kadın... Kitap ve kalemle tarif ediliyordu. Ki asıl hayretim bunadır...

Nasıl hayret etmeyeyim ki? Şimdiye kadar nazenin ve soyut bir sevgili ya da cennet bahçelerinin bitimsiz ve gümrah çiçek tarhları arasında gezinirken hayal edilmiş, binbir gece masallarının buhurlu gizeminde en fazla şiir okuyup şarkı söylemiş, ismi Leyla, Şirin, Zuleyha, Xece, Roza’larla mücerretleşmiş o kadın... Fatma Aliye’nin nazarında çileler ve yalnızlıklar içinde istiflenmiş, Aytmatov’da anneliğiyle yücelmiş, Adıvar’da onbaşı veya öğretmen olarak tanıdığımız, Ayverdi’nin kaleminde ebedi muhib ve talib, Bekiroğlu satırlarında platonik sevdaya müptela olarak çizilmiş...Bugüne kadar ya aşkla ya mukaddesatla tasvir edilmiş şu hanımlar... Doğu’nun, Anadolu’nun, Müslümanlığın kadınları... Uzunca yıllar ve yıllar sonrasında... Üstelik çizgiyle, sadece siyah/beyazın sadeliğiyle, suskuyla, konuşmacasız ve cümle kurmacasız bir işaretle, izle... Hasan Aycın’ın mürekkebiyle. İlk kez. Kitap ve kalemle anlatılıyorduk... Niçin gülümsemeyeyim? Niye heyecanlanmayayım? Nasıl teşekkür etmeyeyim?

Göklerin olduğu her yerde, işin ucu ontolojiye değer. Aycın’ın çizgisi de bakan gözü ilkin göklere çekmiş. Siyahı delen Hilal ve Yıldızlar, aşağıdaki köşede okuyup yazan kadının aidiyetini de söylüyor aslında. Sonra geceden gündüze geçen eşikte, gökler birden perdeye dönüşüyor.Perde’nin olduğu her yere sufi ritmidir işe hakim olan. Güneş doğuyor perdelerin ardından. Böylece aynı çizginin içinde hem gece hem gündüz birleşiveriyor. “Gece gündüz” okuyup yazan bir kadına işaret ediyor bu kalem darbeleri... Gök, ilkin perdeye sonraysa sütunlara dönüşüyor.Göklerden yerlere doğru, daha soyut olandan daha somuta, sırlardan sıfatlara, oradan esmalara ve kainata, perde perde taayyün eden bir zuhurat var... Okuyup yazan Müslüman Kadın imgesi, resmin yere basan sağ alt kademesinde. Ashab-ı Yemin gibi, sağ tarafta tutulmasını ayrıca önemsedim...

Çizgide beni hayrete düşüren şeyse, göklerden yere akışın düğümlendiği, takriben formun yarısına da isabet eden hatta gerçekleşmiş “pırıltı”dır. Gökler, derlenip toparlanıp perdeye dönüşürken, aniden bir pırıltı peydah olmuş. Sadece siyah/beyaz kullanarak bu infilakı nasıl resmetmişanlayamadım sırrını... Sahipkıran imzası gibi geldi bana... Cemal Şakar’a göre “iyiliği çizer” Aycın. Ömer Lekesiz için “Allah’ın önündeki duruşudur” onun çizgisini farklı kılan... 

Sükutun kadınlar için hep altın olduğu Doğu’larda, okuyup yazmalarımız çoğu kez kıyamet alametlerinden addedilir. Ya Nerval’i baştan çıkartıcı bir tutku olarak peşinden sürükleyen “peçe” oryantalizmiyle,  ya da “safer e gandehar”daki  Makhmalbaf tipi “burka” acıması arasında gidip gelen bir sarkaçtan izlenir hep İslam Kadını... Oysa aynı göğün altındadır o kadın! Hepinizle... Tüm okuyup yazan kız kardeşlerim adına, teşekkürlerimi sunarım Üstad Hasan Aycın’a...