Amerika Birleşik Devletleri’ni sarsan kitlesel protestoların başlığında bu yazıyor; ‘’black lives matter’’. 1990’lardan itibaren kademeli olarak artan, siyahlara yönelik polis şiddetine dikkat çekmek isteyen, akademisyen, yazar, aktivist, işçi, öğrenci, toplumun her kesiminden gerçek kişiler ve gerçek hikayeler oluşturmuş bu hareketin tabanını. 2013 yılında bir sivil toplum hareketine dönüşmüş. Yola çıktığı hassasiyetini, özellikle konuyla ilgili duruşmaları, mahkeme kararlarını yakından takip ederek sürdürüyor.
Geçen yazımda ‘’dile getirilmeyen ırkçılık’’tan söz etmiştim. Çoğu kez izleyici pozisyonundaki kişilerin, bazen maksatlı algı sürüklenmesiyle, bazen haberlerin veriliş tarzıyla oluşturulan negatif bilgi, bazen de hak arayışından şiddet sarmalına savrulan hareketlerin oluşturduğu korku ve yılgınlıkla, azar azar gelişen ve sessiz bir duvar gibi tuğla tuğla örülen, ‘’uykudaki ırkçılık’’tan bahsetmiştim.
Bunu iki şehir üzerinden konuşarak daha somut hale getirelim: New York’taki protesto haberleri, siyahilerin yağma ve şiddet görüntüleriyle verilirken, Washington’daki haberlerde beyazların da yoğun katılımıyla geçiyordu. Söz gelimi Anadolu Ajansı’ndan Dildar Baykan’ın başarıyla aktardığı haberleri izlerken, siyahların yolaçtığı şiddetten, yağmadan değil, birbiriyle dayanışma içindeki çok renkli, çok çeşitli insanların birlikteliği öne çıkıyordu... Hatta Amerikalı Müslümanların da protestolara destek verdiği bilgisi de etkileyiciydi. ABD, çok uzun yıllardır, kendi vatandaşı olduğu halde siyahilere, İspanyol asıllılara, Meksikallara yaptıklarının gecikmiş sarsıntısını yaşıyor.
Ve fakat bugünkü geniş çaptaki protestoları sadece polisiye vak’alar üzerinden açıklamak eksik bir yaklaşım olur. ABD’nin en zengin ve en çok umut vaat eden ülke olduğu şeklindeki yanılgı, pandemi sürecinde tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Gelir adaletsizliği, yoksulluk ve evsizlik gibi kara delikler, ABD’nin göz alıcı ihtişamını yutmuş durumda. Covid19 en çok yoksulları vurdu, hastahane sigortası olmayanları, doktora, eczaneye gidemeyenleri, evsizleri, kimsesizleri, işsizleri...
Bugün, bu unsurların hepsi ayakta...
ABD’deki ırk karşıtı saygın duruştan bahsederken kuşkusuz en önemli durağımız Malcolm X yani Malik el Şahbaz’dır (1925-1965). Düşünce, aksiyon ve sivil duruş sahibi bir hareket insanı olarak Malcolm X, Afrika’dan kopartılarak Amerika kıtasına köle olarak taşınan köklerine dikkat çekmişti. ‘’Dünkü macerayı bilmeyen bugünü anlayamaz ve geleceğe dair anlamlı bir hedefi de taşıyamaz’’ diyen Malcolm X için özgürlük, en büyük değerdi ve bir insanın onurlu olabilmesi için özgür olması şarttı. O, aradığı insanlık değerini İslam’da bulduğu için ruhunda büyük bir devrim yaşadı, kelime-i tevhid onun şimdiye kadar yaşadığı asırlık hicranlarını sarıp sarmalayan bir kardeşlik, eşitlik ve barış ülkesi teklif ediyordu. Yaşadığı bu büyük aydınlanmayı, söylevleriyle, yazılarıyla hayata geçirmeye azmetmişti. Bir suikastta henüz 40 yaşındayken şehitler kervanına katıldı. Onun bu tertemiz hidayet hikayesi milyonlarca insana ışık tuttu.
Ünlü sporcu Muhammet Ali (1942- 2016) onun takipçilerindendi. Altın madalyalı boksör, İslam gençliğine hedef sahibi olmayı, çalışkanlığı, azmi, gayreti işaret ediyordu. Dünyada en çok sevilen sporcu ünvanını da kazanan Muhammet Ali, ABD’nin Vietnam işgaline ‘’Biz de Doğu’dan geldik, Doğu’ya birilerini öldürmeye gidemem’’ sözleriyle katılmamış ve art arda cezalar almıştı... Bu iki güzel insana, iki özgürlük timsaline, iki deniz fenerine, rahmet mağfiret diliyorum.