Siyasal şiddetin sebepleri

Cumartesi günü Sayın Başbakan'ın Bingöl ziyaretinde, kanaat önderleriyle bir araya geldik.  Başbakan Ahmet Davutoğlu, içinde bulunduğumuz sürecin zorluğunu hatırlatarak Türkiye'nin şiddete ve teröre karşı verdiği mücadeleyi halkın desteklemesinin önemine değindi ve bu desteğin, çeşitli tehditlere rağmen devam etmesinin memnuniyet verici olduğunu ifade etti.
 
Bu zor dönemlerde, şiddet ve terör eylemlerinden en fazla zarar gören bölge halkının yaklaşımını ve tavrını iyi analiz etmek ve anlamak gerekiyor.
 
Kanaat önderlerini, bu toplantılarda dinlediğinizde anlıyorsunuz ki, halkın değerlendirmeleri ve yaklaşımları, hissettikleri doksanlı yıllara göre oldukça farklı.
 
Doksanlı yıllarda,  Bingöl ve çevresinde, önce JİTEM sonra da, MİT'in kullandığı Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve ekibinin işlediği cinayetler halkı canından bezdirmiş ve o yıllarda bir karşı-şiddet ve terör olarak gelişen PKK şiddeti ve terörü, halkın bir kesimi için, en azından , devletin acımasız şiddetine maruz kalmış kesimi için diyelim, bir kurtarıcı şiddet olarak görülüyor ve PKK'li gruplara sempatiyle yaklaşılıyordu.
 
Bu trajik ve kanlı hikaye, bu süreçler  üzerinden  oluştu ve hala da, yazılmayı ve araştırılmayı bekliyor.
 
Bugün bir araştırma yapılsa, halkın ezici çoğunluğunun,  PKK'nin hayata geçirdiği şiddet ve teröre karşı çıktığı ve benimsemediği görülecektir.
 
Anlamsızlaşan  şiddet ve teröre karşı mücadelede Kürt halkı bugün kendi tecrübelerine ve yaşadıklarına güvenerek yeni bir anlayış ve yeni bir bilinç geliştiriyor ki, bizi bölünmekten, iç savaş yaşamaktan kurtaracak olan da bu yeni bilinç, anlayış ve uyanıştır.
 
Bu manada Bingöllü iki akil insanın söyledikleri Kürt halkının şu an içinde bulunduğu hissiyatı çok iyi ifade ediyordu. Biri, 'yüzyıl önce kazandığımız milli kurtuluş savaşını ve zaferini, yüzyıl sonra elimizden almak ve bizi bölerek yenilgiye uğratmak istiyorlar' dedi. Diğeri, 'geceleri kabustan uyanır gibi uyanıyor ve bir daha uyuyamıyorum. Her gün yeni ölümler, yeni şehit haberleri, gencecik insanların hayatını kaybetmesi, huzur bırakmıyor. Sayın Başbakanım ne olursunuz bu ölümler dursun artık' dedi.
 
Bugünün şiddet ve terör ortamı ve halkın bu ortama ilişkin tutumu, işte bu çerçevede oluşuyor ve bu tutum muhtemel bir barış inşası için yegane güvencemidir.
 
Ama şiddete ve teröre karşı gittikçe güçlenen bu hissiyat ve kanaatin geliştirilmesi ve farkına varılması, görünür kılınması da ayrı bir sorundur.
 
Medya, bazı istisnalar hariç belki,  ama bu meseleye yeteri kadar duyarlı değil.
 
Kürt halkının yaşadığı coğrafya, maalesef çok eski zamanlardan beri, siyasal amaçlı şiddetin hep tedavülde olduğu bir coğrafyadır. Seksenli, doksanlı yıllara kadar şiddetin ve terörün tekeli devletin elindeyken, devlet, PKK'nin tarih sahnesine çıkmasıyla kendine bir ortak buldu, şiddet ve terör ortağı olarak PKK..
 
Diyarbakır cezaevi, işte bu ortağı (PKK)  bugün yaşadığımız şiddete ve teröre hazırlayan bir mekandı. Bugünü anlamak için bile son derece önemli bir mekan.  Mecliste, insan hakları komisyonu üyesi olarak görev aldığımda, bu cezaevini araştıracak bir alt komisyon kurulmasını teklif ettim ve alt komisyon kuruldu. Tanık ve mağdurları son iki haftadır dinlemeye başladık. Yüzleşme seansları olarak yaşıyoruz bu buluşma anlarını desem abartmış olmayacağım. Hiç ara vermeden, sabah saatlerinde başladığımız bu yüzleşme toplantıları öğlen sonrasına kadar sürüyor. Babasını Diyarbakır cezaevinde ve işkence sonucu kaybetmiş Diyarbakır milletvekili Altan Tan, yazar/mağdur, Abdurrahim Semavi, Mesut Baştürk, Bayram Bozyel ve PKK'nin ilk kadrolarından Faruk Altun şimdiye kadar komisyona gelip tanıklıklarını ve acılarını paylaşan insanlar oldular.
 
Şiddeti yorumlarken, Faruk Altun, şunu söyledi: 'Bize Türk müsün, Kürt müsün diye sorarlardı ve Türküm diyene önceleri pek karışmazlardı. Sonra zaman geldi, herkes Türküm demesine rağmen işkence devam etti. Dolayısıyla meselenin Türklüğü kabul etmekle bir ilgisinin olmadığını gördük. Peki o halde bu cezaevindeki şiddetin amacı neydi?'
 
Bu soruya komisyon,  araştırmalar yaparak cevap bulmaya çalışacak.
 
Lakin, medya'da özellikle bu zamanda çok yer alması gereken ve meclis çatısı altında gerçekleşen bir yüzleşme hamlesi, bir haber düzeyinde bile olsa maalesef hakettiği ilgiyi görmüyor. Ama biz yaptığımız işin doğruluğundan ve hele zamanlamasının isabetinden gayet eminiz.
 
Dersim'den Diyarbakır cezaevine kadar, şiddet ve terör üretmiş mekanlar, zamanlar ve olaylar aydınlatılmadıkça ve yüzleşilmedikçe, bugünün şiddet ve terörünü anlamak mümkün olmaz. Oysa Türkiye'yi bu terör ve şiddet dönemi geride kaldığında, yepyeni bir süreç bekliyor.
 
Diyarbakır cezaeviyle yüzleşme komisyonunun iki yıl boyunca sürdüreceği çalışmalar bu yeni süreci her bakımdan besleyecek tarihi önemde bir çalışmadır.
 
Bir  mağdur ve bir gazeteci yazar olarak medyadaki en yakın dostlarımın bile bu meseleye duyarsız kalmasına üzüldüğümü ifade etmek istiyorum.
 
Çünkü şuna yürekten inanıyorum, demokrasi ve özgürlükler için mücadele  nasıl ki, şiddet ve terör bahanesiyle belirsiz bir tarihe ertelenemezse, ve Türkiye aslında bu gerçeği kırk yıldır ıskaladığı için şiddet ve terörden kendini kurtaramamışsa, geçmişle yüzleşme de, terör ve şiddet bahanesiyle belirsiz zamanlara ve tarihlere ertelenemez.
 
İnsan bu hakikati, en yakınındaki dostlarının ve meslektaşlarının bile görmemesine, elde değil, üzülüyor tabi.