Siyasal sorunlarýmýz ve yurttaþlýk bilgisi

Uzun süreler, hatta diyebilirim ki, son beþ-altý seneye kadar eðitim sistemimizin ülkemizin en baþarýsýz sektörü olduðuna inanýrdým.

Þimdi çok büyük ölçüde yanýldýðýmý anlýyorum.

Eðitim sektörü aslýnda çok baþarýlý imiþ, yeni farkediyorum.

Mesele, bizlerin ve eðitim-öðretim sektörünü son doksan senede dizayn edenlerin, þekillendirenlerin bu sektörün baþarýsýndan ne anladýklarýyla ilgili.

Eðitim-öðretim sektörünün on yýllardýr kendine hedef olarak koyduðu bir baþarý anlayýþý var.

Bu hedefin kendisinin anlamlý bir hedef olduðunu kabullenebilirseniz, eðitim sektörünün büyük baþarýsýný kabullenmemek mümkün deðil.

Devletler, özellikle de çaðýmýzýn ulus-devletleri için eðitim-öðretim sektörünün iki farklý hedefi mevcut.

Bunlardan birincisi çok güçlü bir beþeri sermaye üretimi yapmak yani mesleðini evrensel düzeylerde icra edebilen, küresel ölçekte rekabet gücü olan, ekonomik büyümeye kendi beþeri sermaye birikimi ile destek olan bireylerin yetiþmesine katkýda bulunmak.

Ýkinci hedef ise, kimsenin hakkýný yemeyelim, her ulus-devlet bu iþi bir ölçüde yapýyor, devlet deðerlerinin (!), toplumsal deðerlerin kuþaklararasý aktarýmýný saðlamak.

Birinci hedef, mesela, küresel düzeyde baþarýlý bir doktor yetiþtirmek ise, ikinci hedef de çocuklarý, gençleri bir türkün dünyaya bedel olduðuna inandýrmak.

Aslýnda her devlet bu iki hedef arasýnda bir ince ayar yapýyor, her iki hedefe doðru da beþeri yatýrýmlarýný sürdürüyor.

Burada önemli olan bu ince ayarý iyi tutturmak.

2013 Türkiye’sine geldiðimizde benim kanaatim Türkiye’yi on yýllardýr yönetenlerin, eðitim-öðretim sektörünü þekillendirenlerin bu ince ayar meselesinde biraz yanlýþ yaptýklarý, küresel ölçekte rekabetçi olabilecek beþeri sermaye birikimi hedefini büyük ölçüde ikinci plana attýklarý, devlet deðerlerini (!) yücelterek kuþaklararasý aktarým hedefini de fazla abarttýklarý.

Bu tercihin bir sonucu olarak da Türkiye, en nihai sonuç olarak, doksan senedir kiþi baþýna reel büyümesi çok düþük bir ülke ama devlet deðerlerine sýðýnmýþ bir nüfus yaratmýþ durumda.

Ýþin ilginç yaný, aslýnda taþlarý doðru yerleþtirir iseniz, çok ilginç de olmayabilir, eðitim sektörünün içinde çok kalmýþ, moda tabirle eðitim yaþý yüksek kesimin çok devletçi, çok milliyetçi bir zihniyet dünyasýna sarýlmýþ duruyor oluþu.

Seneler önce, 28 þubat günlerinde, Ýstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi anfisinde týp öðrencilerine konuþma yapan dönemin Anayasa Mahkemesi Baþkaný’nýn “gün karaciðerin nerede olduðu bilmek deðil, laikliði koruma günüdür” dediðini hatýrlýyorum; yukarýdaki satýrlarda anlatmaya çalýþtýklarýma daha iyi bir örnek zor bulunur doðrusu.

Ýyi eðitim-öðretim süreçlerinden geçtiði zannedilen, eðitim yaþý Almanya standartlarýnda kesimlerin toplumsal, siyasal sorunlara yaklaþýmýnýn ortaokul yurttaþlýk kitabý ile sýnýrlý kalmýþ olmasý da yukarýda anlatmaya çalýþtýðým hedef tercihinin bir sonucu.

Koca koca adamlar, milliyetçilik, yurttaþlýk, laiklik, sivil-asker iliþkileri, demokrasi, çaðdaþlýk kriterleri gibi konulara aynen, kelime kelimesine ortaokul yurttaþlýk kitaplarýnda ne öðrendiler ise ayný yöntem ve içerikle yaklaþýyorlar çünkü sistemi dizayn edenler böyle istemiþler.

Türkiye’nin en temel meselesi acaba bu eðitim-öðretim tercihini ters yüz etmek olmasýn sakýn.

Eðitim sektörü kendi hedefleri doðrultusunda baþarýlý olmuþ ama bu baþarý Türkiye’yi bir üçüncü dünya ülkesi haline getirmiþ.

“Maðlup sayýlýr bu yolda galip” diyebiliriz artýk.