M. Yalçın Yılmaz
M. Yalçın Yılmaz
Tüm Yazıları

Siyaset çözüm sanatıdır

Siyaset küresel sorunlara ve ülkemizin güvenliğiyle ilgili meselelere karşı teyakkuzda ancak hayat devam ediyor. Toplumsal grupların ilgileri ve karşılaştıkları sorunlar farklılık gösterebiliyor. Bir süredir sokak hayvanlarının geleceği tartışılıyor. Probleme keskin bakan ve zıtlaşmayı her alana taşımayı sevenler var. Oysa bu tartışma herkesin makul çözümler aramasıyla aşılacak. Neticede siyaset bir çözüm sanatıdır ve mevcut birikimiyle sorunu çözecek kapasitededir.

Batı'nın insan hakları ve hayvan hakları konusunda sicili bozuktur. Ancak kabul edelim ki bugün teknik uzmanlık oralarda kıymetlidir. Bir problemin teşhisini ve tedavisini teknik birimler raporlaştırır. Siyaset ve bürokrasi bu bilimsel dayanağa göre hareket eder. Zaten hayvanlarla ilgili tarihten gelen misyonumuz var. Ayrıca modern dönemde ulusal mevzuatımız ve imza koyduğumuz uluslararası sözleşmeler var. 13 Haziran 1932 tarihli Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti'nin Tamim'i var. 2004 yılında çıkmış 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunumuz var. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi'ne (1978 Paris) taraf olmuşuz. Ayrıca 2003 tarihli Avrupa Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Sözleşmeye taraf olmuşuz.

Geçmişte Ne Yaptık?

Selçuklu ve Osmanlı döneminde devlet binalarına, camilere kuş evleri yapma geleneğimiz var. Fatih döneminde inşa edilecek yapılara kuşların barınmaları için oyuk ve tünekler eklenmesi zorunlu kılınmış, yabani veya sahipsiz hayvanlar için uygun yerlere temiz içme suyu yalakları yaptırılmış. Hayvanları beslemek için vakıflar kurmuş ve bu vakıf gelirlerinin harcanacağı kalemleri tek tek belirlemişiz. Yük hayvanlarına eziyet edilmemesi için Kanuni döneminde yasaklar getirilmiş.

Modernleşme hikayemizde ise sokak köpekleri bir tartışma konusu olmuş. Sokak hayvanlarının itlafı Batı şehirlerine özenen aydınların teklifi olarak öne çıkmıştır. Batılı seyyah Busbecq (1522-1592) Türk Mektupları'nda Türklerin hayvanlara düşkünlüğünden, kedileri özel olarak sevdiklerinden söz edildikten sonra şöyle denilir: "Köpekler ise umuma aittir ve sahipleri yoktur. Herhangi bir belirli evi değil de yaşadıkları mahalleyi beklerler ve sokağa atılan süprüntülerle beslenirler. Köpekler için böyle hissetmelerine rağmen, civarda yavrulamış bir köpek varsa ona yemek artıkları, kemik ve ekmek taşırlar. Bunu sevap sayarlar"

İtalyan Edmondo de Amicis 1874'te geldiği İstanbul'u anlatır. "İstanbul köpeği pek bol olan bir yerdir, herkes gelir gelmez farkına varır bunun. Köpekler şehrin, daha az kalabalık, ama birincisinden daha az garip olmayan ikinci halkını meydana getirir. Türklerin köpekleri ne kadar sevip koruduğunu bütün dünya bilir. Bunu Kur'an'ın hayvanlara karşı da olmasını emrettiği merhamet hissiyle mi, yoksa köpeklerin de, bazı kuşlar gibi, uğurlu olduğunu sandıkları için mi yaptıklarını anlayamadım; belki, Peygamber köpekleri sevdiği, belki, mukaddes tarihleri bu hayvanlardan bahsettiği, belki de, bazılarının iddia ettiği gibi, Fatih Sultan Mehmed'in Topkapı'da açılan gedikten, arkasında bir sürü erkânı harp köpekle beraber, şehre muzaffer girmesi yüzündendir. Şu bir vakıadır ki, bu hayvanları içten severler, birçok Türk beslenmeleri için kabarık meblağlar vasiyet eder" (bkz. Mehmet Sümer, Osmanlı Modernleşmesini Hayvanlar Üzerinden Okumak.)

Tarihte gurur duyacağımız örnekler mevcut. Ancak çok utanacağımız olaylar da var. Marmara'da Hayırsız Ada diye adlandırılan Sivriada'ya bırakılan köpeklerin yaşadığı trajik bir hikayedir. 1910'da yaşanan bu hadisenin olumsuzluğu İstanbul'da çok konuşulmuştur. Hemen ardından yaşanan Balkan Harbi ve Cihan Harbi'ne etkisi var mı bilinmez ama bir hayırsızlık/uğursuzluk getirmesi ihtimalini hafife almıyorum.

2019 senesinde ise gözümüzün önünde Büyükada'da at katliamı yaşandı. İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu maalesef bütün tepkilere rağmen tarihe kayıp atlar olarak geçen bir utanç vesikasına göz yumdu. Atların bir kısmı adada kesildi, bir kısmı aç susuz dolaştırıldı. Büyük bir kısmı ise ne yazık ki kayboldu. Geçtiğimiz hafta Konya belediye barınağından düşen görüntüler ise hepimizi üzdü.

Bugün Ne Durumdayız?

Sokak hayvanları sorunu, temelde ise başıboş köpekler sorunu, çeşitli çözüm arayışları ile birlikte bazı çatışmaları da beraberinde getirdi. adeta iki taraflı bir kutuplaşmanın zemini oldu.

Bir yanda insan sağlığını, sokakların güvenliğini dile getirenler, başıboş köpeklerin çeteleşerek yaralanmasına sebep oldukları insanların yakınlarının hak arayışları, canilik hayvan düşmanlığı olarak ilan edildi. Öte yandan sahipsiz köpeklerin zaman zaman barınaklarda kötü şartlarda tutulduğuna hatta işkenceyle öldürüldüğüne dair haberler ve görüntüler hepimizin vicdanında derin yaralar açtı. Hayvan hakları savunucularının buna karşı sert/marjinal tutumları gündeme geldi. Hatta hayvanseverler "itperest" gibi galiz bir ifadeyle tanımlandı.

Başıboş sokak hayvanları konusu dünyada çeşitli ülkelerin de tartıştığı bir konu. Maalesef bizde uzmanlık gerektiren konularda uzmanlara mikrofon uzatılmıyor. Bu konunun veteriner hekim boyutu ihmal ediliyor. Tartışma hayvansever aktivistler, gazeteciler ve sosyal medya fenomenleri arasında alevleniyor.

Oysa toplum sağlığı, çocukların güvenliği merkeze alınıp hayvanları hayatta tutmanın yolu aranmalı. Bu konuda veteriner hekimlerimizi okudum ve dinledim. Hayvan rehabilitasyon merkezlerinin işlevi çok önemli. Barınaklar ise iyileştirilmeli ve buralarda çalışanlar düzenli eğitimlerden geçmeli. Özellikle üniversitelerimizden mezun olmuş veteriner hekimlerimiz istihdam edilmeli. Farklı çözüm önerileri veteriner hekimler, halk sağlığı uzmanları ve ilgili bakanlıkların oluşturacağı ulusal ve yerel komisyonlarca düzenlenmeli.

Hayvanları sahiplenen, evinde yahut bahçesinde onlara sahip çıkan insanlarımız teşvik edilmeli. Kedi, köpek mamalarındaki KDV oranları mutlaka yeniden düzenlenmeli, %18'lik oran mutlaka düşürülmeli. Yerli mama ve aşı üreten firmalara imkanlar tanımalı bu alandaki ithalatı azaltacak formüller geliştirilmeli.

Medya bu tartışmanın alevlenmesinden memnun olabilir ancak gazeteciler kamuoyunun gündemine uzman görüşleri ile katkı sağlamalı ve bu alandaki politikalara olumlu etki etmeli.

Üniversitelerimize güvenmeliyiz. Halk sağlığı hocalarımıza, veteriner fakültelerimizin hocalarına, pırıl pırıl genç mezunlarımıza ve öğrencilerimize destek olmalıyız. Bu meselede iyi uygulamalar geliştirmeli, ekranlarda model olacak çalışmalara yer vermeliyiz. Ulusal politikalar ve yerel yöneticilerin desteğiyle ülkemiz bu tartışmayı makul çözümler bularak aşmak zorunda.

Hayvanlarına sahip çıkamayan bir ülke görüntüsü bize yakışmaz. Hele küresel iddiaları ve idealleri olan bir millete hiç yakışmaz.