Siyaset mühendisliğinden siyaset teknisyenliğine

Seçim üçlemesinin yaşanacağı 2014-15’in ‘normal yıllar’ şeklinde geçmeyeceğini tahmin etmek zor değildi. Bu maratonun başlayacağı 2014’e yaklaştıkça, merkezkaç kuvvetlerin hareketlenmesine hep beraber şahitlik ettik. 2014’ün, yakın dönem siyasi tarihimizin en uzun yıllarından birisi olacağının işareti 2013 Mayıs’ta patlak veren Gezi olaylarıyla belirmişti. Bu yönüyle 2014’ün; altı ay öncesinden başladığı ve 2015’in yaz sonundan önce bitmeyeceği anlaşılmış oldu. 

Şimdi seçim üçlemesinin son halkası olan 2015 seçimlerine altı ay kalmışken, son iki seçim öncesi tecrübe ettiğimiz kriz senaryolarına bir kez daha tevessül eden bir hayalet ortalıkta dolaşmaya başladı. Oldukça pespaye siyaset teknisyenliği ile 2015’te de geçmişteki manzaraların ortaya çıkmasını arzuluyorlar. 

Oysa millet; meşru siyasi alana dışarıdan yapılan her türlü müdahaleye olabilecek en kuvvetli şekilde direneceğini defalarca ortaya koymuşken, harici aktörler hangi gerekçe ile arz-ı endam ederlerse etsinler, ‘harici vasıfları’ değişmediği sürece itibar etmeyeceğini 12 yıldır ilan etmiş durumda. Bu, mezkûr provokatif unsurlar açısından hazmedilmesi zor bir hakikat olmakla beraber, idrak edilmemesi kabul edilebilir bir durum değildir.

2002’de doğrudan Erdoğan’ı yasaklayarak sahne dışarısına çıkarma girişimi ve aynı yıl açılan kapatma davası; 2007’de askeri vesayetin yargıyla beraber seçilmiş iktidara hücum etmesi; 2009 Açılım Süreci’yle birlikte yaşanan demokratikleşme dalgasına PKK’nın silahlara savrularak cevap vermesi; son olarak da Gülen Grubu’nun meşru siyasete güvenlik ve yargı bürokrasisindeki aktörleri marifetiyle saldırması. Bütün bunlar sonuçsuz kaldı. Burada temel mesele ise dirayetli bir iktidarın vesayet girişimlerine karşı direnebilmesi kadar, milletin de harici aktörleri açık bir şekilde benimsememiş olmasındandır.

2015 seçimleri öncesinde ise yeni bir harici girişim AYM’den geldi. Bir an için AYM’nin dillendirdiği kararı aldığını farz edelim. Kaldı ki, AYM bu tartışmada bayağı mesafe de kaydetmiş durumda. Binlerce dosyanın arasından mezkûr başvuruyu hem de usulü tartışmalı bir şekilde gündemine alması bile, bu konudaki motivasyonlarını görmek için yeterlidir. Dolayısıyla, baştan aşağı hipotetik bir mesele ile karşı karşıya değiliz.

Evet, AYM’nin aldığı bir karar yoluyla, seçimlere sadece beş ay kala ve resmi seçim takviminin başlamasına üç ay kala, bütün seçim sistemini allak bullak ettiğini farz edelim.

Geçmişte olduğu gibi, böylesi bir kararın oluşturacağı toz bulutuna karışmayı kurucu bir siyaset yapımına tercih eden siyasi aktörlerin de olacağını farz edelim. Ortaya nasıl bir manzara çıkacaktır?

Mevcut seçim barajı krizi nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, seçim sistemleri tartışmasını ciddi bir şekilde gündemine almış yegâne parti AK Parti’den başkası değil. Bu konuda somut teklifler getirmiş, kendi hazırlıklarını yapmış olan bir iktidar partisi var. Zira önerilerinden biri de, AYM’nin de gündemindeki ‘barajı sıfırlamaktan’ başkası değil. Lakin burada sorun, ne seçmenin ne de siyasetin -hatta performansıyla ciddi eleştirilerin odağında olan YSK’nın da- 2015 seçimlerine yeni bir sistemle girmesinin zorluğunda. Sorun, hazır görünen tek aktörün AK Parti olduğu bir düzlemde, seçim barajını ani bir kararla sıfırlamanın tam teşekküllü bir krize yatırım yapmaktan başka bir anlama gelmeyeceğini idrak edemeyen aktörler(de)dir. 

Zira son seçim üçlemesinde ortaya çıkan bu manzara, geçmişte yaşanan siyaset mühendisliklerinin, daha sığ bir mikro düzeyi olan siyaset teknisyenliğine evirildiğini gösteren ibretlik bir duruma işaret ediyor. Gelinen noktada, Türkiye’de toplumun ve siyasetin vesayet odaklarına karşı direnci ve son 12 yılda aldığı yolu umursamayan harici aktörler, eski alışkanlıklarını devam ettirmekte ısrarcılar. Ancak AK Parti’nin kaybetmesi umuduyla çıkılan yolda, 17 Aralık sonrası Gülen Grubu’nun içine düştüğü hali bu sefer farklı aktörlerin tecrübe edeceklerini söylemek için ise kâhin olmak gerekmiyor.