Son birkaç yýldýr yavaþ çekimde siyasete yapýlan suikastý izliyoruz. 2007 Cumhuriyet Mitingleri, 367 kepazeliði ve kapatma davasýnýn açtýðý bir hat 2010 referandumu ile baþka bir faza geçti. 2010 anayasa deðiþikliði meclisten referanduma gidecek çoðunluðu bulduðu anda, iki baþlý bir siyasi projede hayata geçirildi. Mezkur dizaynýn aktörlerinin kim olduðu, nasýl bir proje olduðuna dair polisiye ve komplo bilgilerine hiç ihtiyacýmýz yok. Her þey gözümüzün önünde gerçekleþti. CHP’de saray darbesiyle Kýlýçdaroðlu ortaya çýkarýlýrken; BDP kendisini inkar ederek referandumu boykot kararý aldý. Neticede, AK Parti’nin hedef alýndýðý bu hamleler, AK Parti’yi büyütürken, siyasetin kendisini kevgire çevirdi. O günlerden beri siyasi zeminde oluþan boþluklarýn yarattýðý travmalar ve kazalarý izleyip duruyoruz.
2010 öncesi müdahaleler bir tenasüh ile referandum sonrasý ortaya çýkan yeni Türkiye’de yeni aktörlerin elinde arzý endam etmekte gecikmedi. Bir yönüyle 2006 Danýþtay saldýrýsý 7 Þubat’a, darbe giriþimleri paralel yapýya dönüþtü. Ama hiçbirisi Cumhuriyet Mitingleri’nin Gezi’ye dönüþümünün siyasete ve meþru zeminine verdiði zarar kadar tahripkar olmadý. Zira Taksim’de zuhur eden nihilizm, abartýlý medyatik ve sinematografik sunumuyla, doðrudan anti-siyasetin meþruiyet kazanmasýna katký saðladý.
2013’de zirve yapan siyaset düþmanlýðýnýn en çarpýcý örneði ise CHP-Gülen Grubu ittifaký oldu. Özünde ‘düþmanýmýn düþmaný’ bayaðý ahlakýna yaslanan bu ittifaký farklý kýlan durum, her iki aktöründe kendi içerisinde yaþadýðý travmanýn benzerlik göstermesiydi. CHP meþru bir siyasi aktör olarak, kendisini inkar etmek pahasýna, sokakta var olmaya çalýþýrken; Gülen Grubu sivil bir yapý olmasý gerekirken silahlý ve sivil bürokraside var olmaya çalýþarak tam anlamýyla travma yaþýyorlardý. Mezkur krizleriyle yüzleþmek yerine de anti-siyasetin konforlu dünyasýna iyice alýþtýlar. Bütün bu proje giriþimleri cumhurbaþkanlýðý seçimlerine giden yolun da taþlarýný döþediler.
Bu yönüyle cumhurbaþkanlýðý seçimleri sýrasýnda ortaya çýkan manzara da geçtiðimiz altý yýlýn maliyetinden baþka bir þey deðil. Türkiye’nin tamamýnýn müdahil olmasý gereken siyaset sahnesinde neredeyse tek baþýna kalan AK Parti’yi ve karþýsýndaki aktörlerin proje denemelerini görüyoruz. ‘Siyaset ile projenin rekabeti’ sadece banal ve absürt bir durum ortaya çýkarsa iyi; ayný zamanda siyasetin kendisini anlamsýzlaþtýran bir vazife ifa ediyor. Bir gün Gülen Grubu projesi diðer gün ittifak adayý projesi; bir yandan BDP üzerinden projeler diðer yandan Washington-Tel Aviv-BAE hattýndan dýþ politika projeleri üzerinden siyasete suikast giriþimlerinden baþka bir þey görmüyoruz. Burada meþru siyasi aktör olmayanlarýn ‘suikast teknolojisine’ mecbur olmalarý normal. Lakin asýl sorun meþru aktörlerin de benzer bir araca bilerek veya bilmeyerek yönelmiþ olmalarý.
Bu durumun en trajik örneði cumhurbaþkanlýðý seçimleri kampanyasý. Adaylarýn kampanyalarý baþlamýþ olmasýna raðmen hissedilir bir seçim atmosferi yok. Bunda elbette seçimin ilk kez tecrübe edilecek olmasýnýn etkisi var. Lakin asýl mesele iki büyük muhalefet partisinin siyaset yerine ittifaký tercih ederek seçimi anlamsýz hale getirmiþ olmasý asýl sebep.Yaptýklarý þeyin ismini koymak gerekiyor. Bu açýk bir þekilde siyasete suikast giriþimi. Ýhsanoðlu açýsýndan performansýna bakýlýrsa, oldukça eðlenceli, konforlu, ilginç bir emeklilik projesi þeklinde geçirdiði sürecin, siyasete maliyeti aðýrlaþmaya devam ediyor. Türkiye’nin tamamýndan destek almak zorunda olmanýn, muhalefeti belli ölçüde zorlayýp ‘siyasete dönüþü’ görmeyi umut ederken; Ýhsanoðlu ismi üzerinden siyasete kasteden bir yaklaþým ortaya çýktý. Proje ile siyasetin, medyatik gerçeklikle sahiciliðin, manipülasyon ile milletin basiretinin bastýrabileceði düþünüldüðü sürece, benzer manzaralarý görmeye devam edeceðiz. Daha hazini, kuvvetle muhtemel, yaþanan suikastýn sonucunda, siyasete dönüþ için 2015 seçimleri de bir imkan olmaktan çýkacak.