Günlük siyasî polemiklerin bataklığında yazmak, ‘Fakir’in kalemi için oldukça ağır bir yük; bu yüzden olabildiğince uzak durmaya çalışıyor.
Bazılarının kapıldığı bir görüşe göre, ‘aydın’ olmak için ‘muhalif’ olmak lâzımmış.. İktidardan yana olunca, hemen, ‘yalaka, yağcı’, ya da (ne demekse, trol) ve -Kılıçdaroğlu’nun dünkü konuşmasında ısrarla birkaç kez tekrarladığı yeni bir isimlendirmeyle-, ‘besleme’ler olursunuz.
İllâ da ‘muhalif’ olmak gerekiyorsa.. Evet ben de ülkemde, hele de totaliter yönetimler oluşturanlara ve onların bugünkü devamı olanlara kesin ‘muhalif’im.
Şükür ki, bu satırların yazarının, ‘aydın sayılmak’ gibi bir derdi yok..
Hele de, kendi kendilerini ‘Biz aydınlar..’ diye tarif eden kapkaranlık ruhlu kimseler insanlar var ki, onlarla aynı safta olacak kadar bir tahammül mülküm yok..
Her dünya görüşünün, inancın, ideolojinin kendine göre ‘aydın’ tanımı vardır, ama, başkalarının kendi dünyalarının ‘aydın’ı olup olmadıkları beni ilgilendirmez.
Benim inancımın da ‘aydın’ı ve ‘câhil’i vardır elbette, ama, meselâ bir ‘ateist’ veya bir başka gayrimüslim kişi, bir Müslüman için ‘aydın bir Müslüman’ derse; orada bir de dururum..
Evet, günlük ve hiçbir derde devâ olmayacağını düşündüğüm polemiklerden kaçınmaya çalışırım.
Ve meselâ, son günlerde, ‘askıda ekmek’ polemiği bu kabilden..
Efendim, neymiş, MHP, bir ‘askıda ekmek’ kampanyası başlatmış.. A. Babacan da eleştiriyor, bunu, K. Kılıçdaroğlu da..
Hemen belirteyim ki, 5,5 yıl önce -uzuuun bir ayrılıktan sonra- ülkeye döndüğümde bazı bakkal, fırın ve restoranların önünde ‘askıda ekmek’ uygulamasını görmüş ve bu uygulamayı çok beğenmiştim. Çünkü, müşteriler veya dükkan sahibleri, ihtiyaç sahipleri için böyle bir uygulama başlamışlardı.. İhtiyaç sahipleri, özellikle de geceleri, kapı dışındaki o askıdan ihtiyaçlarını sessizce alıp gidiyorlardı, kimseye yüzsuyu dökmeden. Bunu şimdi, MHP’ye mal ettiler. Halbuki, MHP de, bu uygulamayı benimseyen bir başlatmış.. Çok da alkışlanası bir uygulama.. Bunu kim yaparsa yapsın, herkese yakışır. Dün, Devlet Bey, ‘Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz..’ kafiyeli güzel bir cümle kurdu bu konuda..
Kılıçdaroğlu ise, bunu ‘milletin açlık çektiği’nin işareti olarak değerlendiriyor.
Halbuki bu uygulama, gönül zenginliğini ve göz tokluğunu ifade ediyordu.
Anadolu’da nice restoranlarda, dışarıya, ihtiyaç sahipleri için, vitrinin dışına, cam kenarlarına, ‘kuru fasulyeli pilâv’ konulmuş tabakların bırakıldığını da görüyorum, yıllardır..
Bu açlık değil, ‘digergâmlık’tır, başkasını da kendisi gibi gözetip korumaktır. Laik kişi, tabiatiyle materyalisttir ve ‘digergâm’ olamaz.
Dün Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını dinledim.
Mugalâta yapmasa, güzel konuşuyor; ‘Şirinlik muskası ‘ takınmış gibi.. Zâhiren, mâkul bulanlar bile olabilir.
3 milyondan fazla çocuğun, bu salgın döneminde bilgisayar ve internet yokluğundan dolayı, ‘eba’ sistemini takib edemediğinden yakındı. ‘Uzaktan eğitim sistemi’nden mahrum kalan 3 milyon da az değil, ama, 20-21 milyon öğrencinin var olduğu bir ülkede ulaşılan bu rakam, çoğu gelişmiş ülkelerin seviyesinde..
Ama, Kılıçdaroğlu, o 3 milyonun derdiyle yanıyormuş gibi, iktidarı kasd ederek (ve karşıtlarını devamlı ahlâk yoksunu olarak nitelediği gibi) yine, ‘Bunlarda ahlâk var mı?’ diye soruyor, ‘Saray gözlüğüyle bakıyorlar, dünyayı tozpembe görüyorlar..’ diyor. İkide bir sığındığı birisi de, evet asıl o, Saray’dan bakıyordu, dünyaya.. Hem de ne Saray..
Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın, ‘fikrî iktidarın oluşturulamadığı’na dair özeleştirisine de sarılmıştı.. Ama, konuşmasının o bölümünde en az 7-8 kere, ‘fikrî iktidar’ yerine, (iktidar fikri mânâsına gelen) ‘fikr-i iktidar’ lafını edecek kadar ‘yüksek eğitimli’ydi!
Sonra da, Erdoğan’a, ‘Senin iktidarın Ortaçağ iktidarı bile değil, ondan da geri..’ diye sesleniyordu.
Erdoğan’a gelince.. Bütün yaptıklarının doğru ve yanlışsız olduğunu birisi söyleyecek olsa, her halde en başta bizzat o, buna karşı çıkar. Çünkü, defalarca, ‘Hatasız insan icad etmeyin, yanlış da yapmışızdır, bundan sonra da yaparız..’ diyen bizzat Erdoğan’dır.
Bu vesileyle Erdoğan’ın son günlerdeki birkaç çarpıcı ifadesine de değinmeliyim.
Şırnak’ta, halka hitab ederken, ‘Size en küçük bir ayrımcılık yapılıyorsa, ben burada sorumlu olarak karşınızdayım, konuyu takib etmek benim vazifem..’ diyordu. Bu beyan, bir C. Başkanı’nın ağzından duymadığımız güzellikte.. Kezâ, ‘Ölen biziz, öldürülen biz! Bundan faydalanan, başkaları!. Bu çarpıklık üzerinde düşünmeli değil miyiz?’ sözü de müthiş bir tesbit değil mi?
Aynı şekilde, evvelki gün İbn Khaldûn Üni.’de yaptığı konuşmada, ‘birçok hizmetlerde başarılar elde edilse bile, eğitimde başarılı olunamadığını, fikrî iktidar kurulmadan gerçekte muktedir olunamıyacağını’ söylemesi, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve tartışılması gereken önemde değil mi?
Ve dün de, ‘İslâm Ülkeleri İşbirliği Teşkilatı’nın toplantısına gönderdiği mesajda dile getirdiği görüşler, Tayyib Erdoğan için gayet tabiîdir, ama, bu sözlerin bir Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmesi, 100 yıllık geçmişimizde bir ilktir.
Ve elhamdulillah ki, zorla değil, millet ekseriyetinin hür iradesiyle seçildiğine ve ben de o ekseriyetin içinden birisi olduğuma göre, tarafım bellidir.
‘Muhalif kalmak’ yaldızlamasıyla, onların siperinden bu tarafa ‘top atışı’ yapacak değilim. Aynı aslî değerleri paylaştıklarım konusundaki eleştirilerimi ise, 48 yıl öncelerden beri yaptığım gibi, yine usûlünce dile getiririm.
Ve ben, ‘İbrahîm’in tarafında’yım.