Siyasi hafiflik başa bela…

Siyasi ağırlık, sergilenen karakterle, yapılan işle, uğraşılan meseleyle, kullanılan üslupla oluşur ve çok değerlidir. 

Eğer sakil ifadelerle kötü bir üslup kullanıyorsanız, eğer önemli değil boş işlerle uğraşıyorsanız, eğer lüzumsuz konuların peşine düşüyorsanız, eğer kulaktan duyma bilgilerle amel ediyorsanız siyasi ağırlığa sahip olamazsınız.

Siyasi hafiflik dedikoduyu, yalanı-iftirayı esas alır, bunun üzerine bir siyaset inşa etmeye çalışır. Yalan çökünce inşa etmeye çalıştığı siyaset de çöker. Dedikoduların peşine düşüp bunları ciddi ortamlarda dile getiren siyasetçi hep çark etmek zorunda kalır. Binadan düşen her tuğla, siyasetçinin ağırlığını azaltır.

Günlerdir CHP endeksli süren tartışma tam anlamıyla bu siyasi hafifliğin bir örneğidir. 

Ortada bir yalan rüzgârı var. CHP’ye yakın bir gazeteci, CHP’ye yakın bir gazetede, CHP’li bir siyasetçiyle ilgili iddialarda bulundu. CHP’de gedikli genel başkan adayı Muharrem İnce’nin Külliye’de Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la görüştüğüne yönelik bu iddia, gelinen noktada herkes tarafından yalanlandı ve son yılların en büyük asparagası, siyasi balonu olarak tarihe geçti. Gazete ve gazeteci iddiadan vazgeçtiği gibi, iddianın tarafı olan siyasetçi de olayın CHP içinde bir çete tarafından organize edildiği söyledi. 

Dedikodular üzerine büyük laflar etmeye, ileri suçlamalarda bulunmaya alışan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir yalan rüzgârı üzerine siyaset inşa etmeye çalışması basitlikti ve büyük bir hataydı. Ama asıl büyük hata, Cumhurbaşkanı’nın konuyla hiç ilgisi olmadığı ortaya çıkmasına ve herkesin CHP’yi işaret etmesine rağmen CHP sözcülerinin suçlamaya devam etmesidir.

Dedikoduyla amel etmek hafiflik, hatadan dönmek yerine aynı siyasi tavrı sürdürmek pişkinliktir. Kılıçdaroğlu, grup konuşmasında da özür dilemek yerine Erdoğan’a saldırmaya devam etti. İftiraya muhatap olan kişiyi, kumpasla suçlamak kadar abes bir hal, ancak bir hezeyan olabilir. 

Bu olayın büyümesi Kılıçdaroğlu’nun olayı biliyormuş gibi konuşması ve hakikatmiş gibi tavırlar takınmasıyla oldu. Şimdi ise kelime oyunlarıyla bunu geçiştirmeye ve üstüne üstlük işi karşı tarafa yıkmaya çalışan bir tavır sergiliyor. Madem olayı kumpas olarak görüyor, niçin ateşe bu kadar odun attı? 

Her şeyi geçtik, Türkiye’nin gündemini günlerce böyle bir konuyla meşgul etmek sorumlu bir tavır olabilir mi? 

Ankara kulislerinde gerçeği yansıtan veya yansıtmayan çok şeyler konuşulur. Sosyal medyada veya kulislerde öyle dedikodular, söylentiler, kendilerine göre duyumlar konuşulur ki, çoğu akla zarar, manipülatif şeylerdir. Bu dedikoduları konuşmaktan hoşlananlar bile bunları ciddiye alıp kullanmazlar. Ama siyasetçi bunları esas alarak siyaset yapmaya kalkarsa veya kulağına fısıldanan her şeyi çıkıp kürsüden söylerse kendi ağırlığını ortadan kaldırır.

Kılıçdaroğlu’nun her şeyin üzerine bir de grup konuşmasında kalkıp Erdoğan’ı dedikodular üzerinden siyaset yapmak ve ülkenin gerçek gündemiyle uğraşmamakla suçlaması kargaları bile güldürecek komikliktedir. İnsanın düştüğü durumu algılayamaması ve kendi halini karşı tarafa yansıtması çok sağlıklı bir ruh hali olmasa gerek… 

Kılıçdaroğlu ayrıca Erdoğan’ı televizyon programına davet ediyor, korkaklık tartışması açıyor. Çıktığı her maçı kazanan ağır sıklet bir sporcunun, çıktığı her maçı kaybeden hafif sıklet bir sporcunun karşısına çıkmaması korkaklıkla izah edilebilir mi? Bu kazanma kaybetme meselesi değil, kendi ağırlığına uygun düşmeme halidir.