Siyonizm trajedisi

Siyonizm bir trajedi. Üç bin yıllık tarihin bütün öç duygularından doğan bir trajedi. Gerçek bir trajedi. Tanrıların savaştığı, katillerin umarsızca kan döktüğü, ihanetin en berbat biçiminin sergilendiği tragedya. Bu tragedyanın adı Filistin'in topyekûn yok edilmesi adını taşıyor. Bir tarihin, bir halkın, bir coğrafyanın yerinden sökülüp atılmasını anlatıyor. Başlangıcı ve maçı bu.

Trajedinin Tanrılarını İsrail ve onun dünyadaki ortağı ABD. İngiltere ve Fransa da buna tanrı olarak katılıyor zaman zaman. Şarap kâselerine kan dolduruyor bu tanrılar. Kahkaha atarak rollerini oynuyorlar. Utanmazca, arsızca ve acımasızca.

Trajedinin dünyadaki en son oyunu. Son dünya trajedisi. Çocukları, bebekleri, kadınları kurban seçerek kanlarını şarap kaselerine dolduran sahnelerden geçilmiyor. Çığlıklar yükseliyor alevler içinden. Bebek ve annelerin çığlıkları. Tanrılar kahkaha atıyor. Zevkten kuduruyorlar, zevkten bayılıyorlar, zevkten dört köşe oluyorlar. Zevk kesiliyorlar. Öldürerek diriliyorlar! Kanla kanlanıyorlar. Bir sanrı, bir illüzyon. Delphi Tapınağındaki Dionysos'un sesine kulak veriyorlar. Onun ruhuyla dolup taşıyorlar.

Olympos dağlarından Zeus katılıyor onlara. "Benden büyüksüzünüz kötülükte "diyor. "Aldatmanın, yalanın, kinin ve cezalandırmanın derinliğinde beni geçtiniz, kendinizle gurur duyun" diye çığlık atıyor. Roma'yı yakan Neron çıkıyor sahneye. Netanyahu'ya hayranlıkla bakıyor. "Beni geçtin dostum" diyor.

Son misafir Firavun! Trajedinin son Tanrısı. İnsan tanrı. Yahudileri köleleştiren efendi. Netanyahu ve Biden'ın omuzlarını sıvazlıyor. Onları tebrik ediyor. "Ben Musa için bütün Yahudi çocuklarını katletmek için uğraşıp durdum. Siz kız erkek ayırmadan hepsini katlediyorsunuz" diye konuşuyor. Kâselerindeki kan şarapları yudumluyorlar beraber.

Filistin halkı bu trajediye gönül vermiyor. Yerinde durup seyretmiyor. Ölüme teslim olmuyor. Ne Zeus, ne Dionysos, ne Netanyahu, ne de Biden onları korkutuyor. Firavuna hiç aldırmıyorlar. Hamas mücahitlerine işlemeyen korkuları. Tanrılıkları onları çıldırtıyor. Keyiflerini bozuyor. Çılgına dönüyorlar. Öfkelerinden patlıyorlar. Artık arsızca insanların gözleri önünde her çeşit melaneti işlemeye başlıyorlar. "İnsan köpek" askerleri kütüphane yakıyor, kızlara tecavüz ediyor, bebek öldürüyor, camilere bombalar dizerek canlı yayında patlayıp dünyaya güç gösterisinde bulunuyorlar.

Siyonizm, gizemini kaybediyor. Barcelona, Berlin, Londra, New York, Norveç, İrlanda, İstanbul, Kahire, Jakarta sokaklara dökülüyor. Yüzbinlerce insan bu trajediye dahil olmaya başlıyor. Öğrenciler dünyanın en saygın üniversitelerinde protestolarıyla sahnede yer alıyorlar. Profesörler cübbeleriyle onlara eşlik ediyor. Hepsi elinde meşale taşıyor. İçinde bahar güllerinin demetleri bulunuyor. Hepsi bir ağızdan Tanrılara sesleniyor: "Korkmuyoruz! Korkmuyoruz! Korkmuyoruz!"

Sonra devam ediyorlar: "Filistin yaşayacak, insanlık yaşayacak, adalet yaşayacak".

Tanrılar panikliyor. Keyifleri kaçıyor. Zeus tüyüyor, Firavun kibrinden kastıkça kendisini bedeni infilak ediyor, Netanyahu çocuklaşarak "dövmeyin beni" diye bağırıyor, Biden deli gülümsemesiyle rap yapıyor! Neron, "yakmayın beni" diye çırpınıyor. Dionysos, gizli bir yer altı tünelinden sıvışıyor.

' Marcus Aurelius!"

"Ömer B. Hattab !"

Marcus Aurelius"!

"Ömer B. Hattab!"

Bütün kalabalık böyle bağırıyor.

İkisi de geliyor.

Profesörler adalet divanı kuruyor. Marcus Aurelius ve Hz. Ömer divan başkanı oluyorlar. Bütün Tanrılar yargılanıyor. Siyonizm yargılanıyor.

Hz. Ömer adaleti ve Marcus Aurelius bilgeliği ile yargılamalar tamamlanıyor.

Siyonizm'e ebedi yasaklanma cezası ve kalan Tanrıların da Everest Dağının zirvesinde zincirlenmesine karar veriliyor. Filistin özgürlüğüne kavuşuluyor.