Siz başaramayacaksınız ama bu halk başaracak

2009 yılını hatırlıyorsunuz değil mi? Ne çok şey yaşandı/yaşadık. Çok değil beş yıl öncesinden bahsediyorum.

Ekrem Dumanlı’nın kafası iyiydi o zamanlar, şaka değil, gerçekten iyiydi, yine parmak sallıyordu köşesinden heyt höytlü ama salladığı o parmağıyla Başbakan Erdoğan’ı koruyordu. Seviyordu sayıyordu.

Öyle ‘kalbime ağrı girdi, öldük, kahrolduk, mahvolduk’ sayıklamaları yapmıyor, hatta ‘isyan ahlakı’nı keşfetmediği için ‘bizim isyan çok güzel gelsenize’ davet yazıları yazmıyordu.

Bize ‘kardeşim’ dediği bizim de saf saf inandığımız günlerden bahsediyorum.

Nazlı Ilıcak, henüz ‘Her Taşın Altında The Cemaat mi Var” ısmarlama kitabını yazmamıştı...

Medyamızda “Kürt açılımı netleşti” haberleri çıkıyordu. Ekrem Dumanlı Başbakan’ın neden bu kadar sevilen bir lider olduğu üzerine yazılar kaleme alıyordu.

Zira Çözüm Süreci’nin adı beş yıl önce ‘Kürt Açılımı’ idi ve ‘modeller’ üzerinde fikir teatileri yapılıyordu. Heyecanlıydık.

Zira Başbakan Erdoğan 2005’te Diyarbakır meydanından ‘çözüleceğini’ ilan ettiği Kürt Sorunu’nda bu kez 2009’da ‘Kürt Sorununda önemli açılımların’ olacağını müjdelerken, bunun ülkemiz için, insanlarımız için, tarihi bir fırsat olduğunu açıklıyordu.

İyi gelişmelerin yaşanacağı müjdeleniyordu.

İyi gelişmeler yaşanmaya başladı da nitekim ve 2009 yılında Kürt açılımında önemli adımlar atıldı... Ve elbette Başbakan Erdoğan ve hükümetinin Kürt Açılımı hamlesine PKK, Türkiye’yi yasa boğan Reşadiye baskınıyla ‘barışta gözümüz yok’ cevabı verdi...

Açılıma ufacık bir şans dahi tanımadılar.  Tehditle, şantajla, baskınlarla, kanlı saldırılarıyla netice almaya alışmış olan PKK, o tarihten bu yana aynı yöntemlerle Başbakan Erdoğan’ı zorda bırakarak ‘barış’tan vazgeçireceğine, yıldıracağına inandı.

Başbakan’ın çözüm konusundaki kararlığı PKK içindeki şahin kanadı daha da çıldırttı. Erdoğan’ın çözüme yönelik her adımına saldırıyla karşılık verildi.

Pek çok badire atlattık.

Oslo görüşmeleri sabote edildi. Habur yaşandı. Silvan baskını yapıldı. Dağlıca baskını yapıldı.

Ve bir şey daha çıktı ortaya: 7 Şubat kriziyle Gülen Cemaati’nin de çözüm sürecinin karşısında olduğu...

Bugün, ‘Kürt Sorunu’ dediğimizde nelerden söz ettiğimizin de süreçte nereden nereye geldiğimizin de herkes farkında.

Diyarbakırlı anneler bunun en güzel örneği...

Barış sürecinin kolay olmayacağını da PKK ve PKK’yı silahlarıyla sevenlerin de asla vazgeçmeyeceklerini biliyorduk.

Türkiye hassas bir süreçten ve önemli bir eşikten geçiyor.

Ve artık barışı engellemeye kimsenin gücünün yetmeyeceği bir süreç bu...

Bir değil, bundan sonra beş bayrak daha indirmeye kalkışsalar da bu ülkeyi istedikleri savaş ortamına çekemeyecekler.

Çünkü bu ülkeye barış zamanı geldi ve gelen barış zamanını geriye döndürecek hiçbir güç yok...

Bakın Diyarbakır’da günlerdir ‘barışı da istiyoruz çocuklarımızı da istiyoruz” diyen annelerin çığlıklarına, ne demek istediğimi anlarsınız.

Çünkü çocuklarını isteyen analar, çocuklarının bitmiş bir savaşta öleceklerinin farkındalar...

Çünkü o analar artık karşılarında had bildirilecek bir devlet olmadığının da farkındalar.

Zira karşılarında ‘analar ağlamasın’ diyen bir devlet olduğunu görüyorlar.

Peki, o zaman çocukları neden ölecek?

Savaş bitmişse o anaların oğulları neden ölecekmiş?

Kızları neden dağa çıkacakmış?

Çünkü olan, ölen o gencecik bedenlere oluyor.

Çünkü çocukları ölen o anaların yüreği yanıyor.

Kürt halkı tüm barış ihtimallerini deviren, reddeden kabul etmeyen savaşın aktörlerini de yeniden başlatmaya çalıştıkları savaşında kuşkulu olduğunun farkındalar.

PKK bu saldırılarıyla bölgede meşruiyetini kaybederek kendisini tartışmaya açarken, 2009 yılından bu yana ‘şiddetten gayrisini kabul etmeyiz’ tutumu içindeki tavrıyla da tamamen kanlı bir örgüt kimliğini pekiştiriyor.

Bu örgütün ve artık her taşın altından çıkan Gülen Örgütü’nün yapmak istedikleri açık ve net:

Cumhurbaşkanlığı seçimleri sabote edilmeye ve Türkiye’den Suriye çıkartmaya çalışılıyor.

Ama olmaz...

Başbakan Erdoğan...

Askeri vesayeti gerileten, büyük bir yüreklilikle Kürt açılımını başlatarak ‘Gerekirse İmralı’yla da görüşülür’ diyen ve artık ‘analar ağlamasın’ diyen ve bu ülkenin değişiminde çok önemli bir rol oynayan cesur bir lider olarak Cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak.

Başka yolu yok...