Siz hiç diktatöre ‘diktatör’ diyebildiniz mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile dört günde üç ülkeyi ziyaret ettik. 

Batıdan başladık, doğudan döndük...

İlk gün, Strazburg’taki manzara Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı çok mutlu etti.

Bütün Avrupa’dan toplanan gurbetçi kardeşlerimiz 10 bin kişilik Zenith Arena’ya sığmamış, bir o kadarı da dışarıya taşmıştı.

Coşkulu kalabalığın ifadesi ise tek cümleyle “Kayıtsız şartsız Erdoğan...” idi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu salondan son derece mutlu ayrıldı.

***

AB’nin başkenti Brüksel’e yapılan ziyaret ise tarihî değerinin yanı sıra Avrupa ile yaşanan geleneksel kriz mülteci gerginliği üzerine rastlayan önemli bir geziydi.

İki gün boyunca yoğun görüşmeler yapıldı. Ayrıca çok önemli bazı AB yetkililerinin görüşme talepleri de gerçekleşemedi.

Türkiye’yi yeniden keşfetmişler!

Görüşmelerin genel seyrine bakılırsa Avrupa Türkiye’nin önemini yeniden keşfetmişe benziyor.

Hani “Bir musibet, bin nasîhatten yeğdir” derler ya, Türkiye’nin anlatamadığı gerçekleri kapılarına dayanan birkaç bin Suriyeli’den öğrenmiş gibiler sanki...

Yaşadıkları rahat ve huzurun Türkiye’nin istikrarına bağlı olduğunu nihayet anlamışlar.

Diplomatik söylemlerle ambalajlanan bu telaşlarını, “Gereken neyse yapalım ama yeter ki mültecileri bize göndermeyin” şeklinde tercüme edebiliriz.

***

Japonya’daki temaslar ise daha çok ekonomi ağırlıklıydı.

Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin de katıldığı bu geziye Türkiye iyi hazırlanmıştı.

Gerek Japon yetkililerle, gerekse ülkenin en büyük şirketleriyle önemli görüşmeler yapıldı, ciddi kararlar, hatta müjdeler alındı.

Mesela Toyota yeni üreteceği bir jeep modeli için Türkiye’yi seçtiğini açıkladı.

Velhasıl, doğudan batıya; dünyanın her yerinden Türkiye’ye gıpta ile bakıldığını gördük.

Sanki iki farklı ‘Türkiye’ var

Peki ya içeride?..

İçeride, gözünü kin bürümüş siyasetçi, medyacı, iş adamı hatta teröristlerden oluşan bir ihanet cephesi, bütün imkanlarını seferber ederek, sırf AK Parti’ye; daha doğrusu Sayın Erdoğan’a zarar verme uğruna ülkeyi yıkmak için elinden geleni yapıyor.

İhanet şebekesi basit bir sistem uyguluyor...

Sessiz darbe yapmak için herkese kumpas kuranlar, kaynaklarımızla semirip düşmanlarımıza hizmet edenler, teröre kol-kanat gerenler... Hepsi, kendilerini ‘ak kaşık’, millî duruş sahiplerini ise vatan haini göstermek için sürekli yalan söylüyorlar.

“Bir diktatör tarafından yönetilen ekonomisi çökmüş, dış politikası iflas etmiş, medyası susturulmuş bir ülke” masalını her gün tekrarlıyorlar.

Artık çamur iz bırakmıyor

Bu şer cephesi bütün bu gayretlerine rağmen Türkiye’nin itibarını bozamadı.

Türkiye hâlâ yatırım için can atılan gözde bir ülke.

Himmet karşılığı Türkiye aleyhine kampanyalar düzenlettikleri batı basını da artık gerçekleri gördü ve günah çıkartırcasına, Erdoğan’a övgüler yağdırmaya başladı.

Anlayacağınız artık dışarıdan da bir ‘örgüt’ olarak görülüyorlar.

Attıkları çamurlar iz bırakmıyor, yalanlarına kimse inanmıyor...

Bütün has adamları, yurt dışına kaçırdıkları valizler dolusu belge karşılığında Türkiye düşmanlarına sığınırken, eğitim için giden bir kişiye, sırf Cumhurbaşkanı’nın oğlu olduğu için alçakça saldırıyorlar.

Onursuzca gizlendikleri köşelerden önlerine gelene iftira yağdırıyorlar.

Onun için de kendi yalanlarında boğuluyorlar.

Tıpkı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a her gün, dünyada eşi görülmemiş bir seviyesizlikte hakaret yağdırırken, dönüp bir de utanmadan ‘diktatör’ diye iftira attıkları gibi...

Bırakın hakareti, acaba ömürlerinde bir defa, bir diktatöre “diktatör” diyebildiler mi?

Artık onlara kimse inanmıyor... Bu kadar iftiraya rağmen, içeride ve dışarıda herkes, “İnadına Erdoğan” diyor.

Belki de bu cinnet halleri, vahim akıbetlerini görmekten kaynaklanıyor.