Siz neyin pazarlığını yapıyordunuz?

Komedyen Levent Kırca’nın “emir” telakki ederek başına geçtiği bir televizyon kanalı var.

Rast geldikçe izliyorum.

Fevkalade “derinlikli” programlar yayınlıyorlar.

Kırca’nın el atmasından sonra bunlar “çeşitlenecek”, inşallah ortaya ses getiren bir televizyon kanalı çıkacak.

Birkaç gün önce, bir konuk çağırmışlar, İmralı’yla müzakereleri konuşuyorlar.

Konuk dediğim, rastgele biri değil.

Konusunda uzman bir akademisyen... Yani, bir profesör...

Ne kadar “uzman” olduğunu anlamanız için küçük bir örnek vereceğim.

Hani, MİT Başkanı Hakan Fidan hakkında Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma açıldığı iddia edilmişti ya...

Hakan Fidan yalanladı, Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı yalanladı, ismi geçen sair kişiler yalanladı.

Hatta, ilgili savcı, “Yok böyle bir şey kardeşim, kim uyduruyor bunları?” diye çıkışma gereği bile duydu.

Şöyle bir şey vardı.

Suriye’nin düşürdüğü uçağın şehit pilotlarından birinin avukatı, olayda MİT’in ihmali bulunduğu gerekçesiyle Hakan Fidan hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.

Bir suç duyurusuydu.

Dikkate alınırdı yahut alınmazdı.

Nitekim dikkate alınmadı.

Bu kez Hakan Fidan devreye girdi ve suç duyurusunda bulunan avukat hakkında suç duyurusunda bulundu.

Hepsi buydu.

Uzman profesör, bu konuyu değerlendirirken (yani “devlette tas kayıp” demeye getirirken) şöyle bir cümle kurdu: “MİT Başkanı kalkmış Malatya Cumhuriyet Başsavcısını mahkemeye veriyor...”

 

Mezkur televizyon, işte bu uzman profesörle İmralı’yla müzakereleri değerlendiriyor...

Hem de ne değerlendirme...

İçinde “gaflet”, “hıyanet”, “ihanet-i vatan”, “BOP Eşbaşkanı”, “hain terörist” ifadelerinin geçtiği hararetli cümleler... Böyle bir şey asla kabul edilemezmiş. Başbakan ne yapmaya çalışıyormuş. Gündem mi değiştiriyormuş. Oslo’da da bunu yapmışmış ama bilinçli kitleler bu numarayı yutmamışmış, filan...

Programı sunan şahıs bir ara şöyle bir soru sordu: “Bunlar bir terör örgütü lideriyle ne pazarlığı yapıyorlar Allah aşkına Sayın bilmem ne?

Sayın bilmem ne, “uzmanlığını” da konuşturarak kendince bir şeyler söyledi.

Ne söylediğinin önemi yok.

Önemli olan şu:

Mezkur televizyonun da bağlı bulunduğu yayın grubu, bir süredir, “Kürt düşmanlığı” temelinde yayınlar yapıyor.

Seyit Rıza’ya iade-i itibar kovalayan CHP milletvekili Hüseyin Aygün’ü perişan etmişlerdi mesela. Hüseyin Aygün’e meydan vermekle suçladıkları Kemal Kılıçdaroğlu’nu yerin dibine sokmuşlardı.

O zaman soralım:

Hükümetin müzakerelere “yeşil ışık” yakmasını “ihanet terimleriyle” yargılıyorsunuz, aferin iyi ediyorsunuz da, Bekaa’daki tören kıtasını ve gül alıp gül vermeleri nasıl açıklıyorsunuz?

Lideriniz, Bekaa’ya, şu sıra sıklıkla kullandığınız ifadeyle, terörist başını ziyarete gitmişti ve ondan gül almıştı.

Üstelik “tören kıtasıyla” karşılanmıştı.

Bu gidişin “gazetecilik merakı” çerçevesinde olduğu söylenmişti ama daha önce tören kıtasıyla karşılanmış bir gazeteci hatırlamıyoruz biz... Hele, terörist başından gül alan bir gazeteci, hiç hatırlamıyoruz.

Siz neyin pazarlığını yapıyordunuz o halde?

Sakın “ne bileyim, gazetecilik işte” diye kem küm etmeyin.

Ne pazarlığı olduğunu bizzat lideriniz yazdı...

Dergilerinizden birine de haber oldu.

Pazarlıkta anlaşma sağlansaydı, “Kürt Partisi” kontenjanından Meclis’e girmiş bol sayıda “Maocu-Kemalist” milletvekilimiz olacaktı.