Siz olsaydınız ne yapardınız (2)

Aklı; duygu, karakter ve tecrübelerin sezgisel uyarılarına açık tutanlardan biriyseniz ve duyguyu, karakteri ve tecrübeleri en az aklın rasyonel yasaları kadar dikkate değer bulan ve bu durumu olgunca aklın vasıtalarına dahil edenlerdenseniz, böyle biriyseniz, Erdoğan’ı anlamanız karmaşık ve zor bir mesele olarak orta yerde durmaz. Elbette, Erdoğan’ı anlamak, Erdoğan’ı onaylamak gibi otomatik bir sonuç doğurmaz. Prensip olarak birini anlamak ona katılmak anlamına gelmez. Ama belki de dünyanın en zor ve en anlamsız pozisyonu, birini anlamadan ona karşı olumlu ya da olumsuz pozisyon almaktır. Olumlu pozisyon almanın bazen tolere edilebilir kimi koşulları ve şartları olabilir ama anlamadan birilerini olumsuzlamanın kabul edilebilir, elle tutulabilir hiçbir yanı, dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

Önce anlamak lazım gelir. Hani şu ünlü deyişimizde söylendiği gibi "anlamadan fikir sahibi olunmaz" demezler mi adama "Önce git anla, sonra gel ahkam kes"…

Bir prensip olarak karmaşık şeylerin, illa da anlaşılmaz olmaları gerekmiyor. Anlaşılmazlık asla bir içerik meselesi değildir. Her içeriğin kendine göre basit ve anlaşılmayı kolaylaştıran temel özellikleri mutlaka vardır. Eğer bu doğruysa o zaman anlam ya da anlaşılır olmama, konuların ya da şeylerin özüne dair değildir, sunumlarıyla ilgili bir meseledir. Elbette herkesi ilgilendiren konu ya da şeylerin illa da basit olmaları gerekmiyor. Bir sorun zor bir sorun olabilir ama hiçbir sorun karmaşık ve anlaşılmaz değildir.

Sözgelimi özellikle 2010 yılından bu güne kadar Erdoğan şahsında somutlandırılmak istenilen otoriter ya da diktatör kavramlarına daha da yakından bakalım. Konunun detaylarına inmeden önce bu kavramların yanlış bilinç ürünleri olduklarına inanmadığımı belirtmeliyim. Bu kavramlar ne yanlış anlama ne de yanlış bilincin eseri değildirler. Burada açıkça çok bilinçli bir propaganda makinesi devrededir. Belli bir stratejiye dayalı, amaçları apaçık olan bir karalama kampanyası devrededir.

Özü itibariyle seküler dünyanın kuşku ve kaygılarından çok nefret ve kinin belirlediği bu devasa kampanya, belli bir dünya görüşünün sözcülüğünü yapmaktadır. Bu anlaşılır bir durumdur. Eski cennetlerini yitirenlerin, köşelerine çekilip kaderlerine razı olabileceklerini düşünmek en azından siyaseten saflığın kanıtıdır. Doku uyuşmazlığının şekillendirdiği köktenci karşı duruşlar sadece gerçeklerden beslenmezler, onlar için her yol Roma’ya çıkar ve bu yolda kullandıkları her şey mubah ve meşru olur.

Erdoğan karşıtlarının 2010 yılına kadar olan süreçleri kısmen olumlamalarının nedeni, alternatifsizlik ve deyim uygunsa uygun zamanı kollama niyetleridir. 2010 yılına kadar kabaca söylemek gerekirse, Erdoğan da muhaliflerinin gerçek niyetlerini çözebilmiş değildir.

Mesela Gülenist cemaatla ilişkiler bu türdendir. Demokratik süreçlerin demokrasi dışı güçlerden arındırılması hedefine bağlı olarak şekillenmiş siyasal ittifakların, doğal mecrasında evrilmesi bekleniyordu. Ama kısa süre sonra durumun bu olmadığı anlaşıldı.

O zamanların cemaati, daha çok siyasal güç talep ederek, adeta iktidarın tümünü istemeye başladı. İktidarın tümünü istediğini 15 Temmuz darbe kalkışmasından ötürü artık tartışmasız olarak biliyoruz. İktidarın tümünü talep etmeyen bir güç neden darbe yapmaya kalkışsın ki?

Bu süreçlerin detaylarına girmeden, orada kaybolmadan, hemen sormak istiyorum; Bir zamanlar birlikte işbirliği yaptığınız birilerinin zamanla size karşı darbe yapmak suretiyle, varlığınıza kast etmesi durumunda siz neler duyardınız? Ortaya nasıl bir karakter koyardınız ve yaşadığınız tecrübeler kulağınıza neler fısıldardı? Kolay değil, Marmaris’te ele geçirebilselerdi, sizi infaz edebilecek olanlara karşı nasıl davranırdınız? Hangi tedbirleri geliştirirdiniz. Hem size hem de seçilmiş iktidarın tüm organlarına yönelen bu açık tehdit değil, tehlike karşısında siz nasıl hangi refleksler geliştirirdiniz. İktidar organlarının tümünü gasp etme niyetine ve kapasitesine sahip olanları, devletten diğer bir değimle iktidar imkanlarından soyutlamak için siz hangi tedbirlere baş vururdunuz?

Açık ve yakın bir tehlikeyi bertaraf etmek sizi nasıl otoriterleştirebilir? Daha da doğrusu, darbecilere karşı ödünsüz tavır nasıl olur da sizin otoriterleşmeniz olarak anlaşılır ya da kabul edilir? Bir tür meşru müdaafa durumu nasıl olurda diktatörlük kavramıyla özdeşleştirilip size karşı bir karalama kampanyasına dönüşebilir?

(Bu konuya devam edeceğim)