Sokaklara dökülmek

Ekonomide sorun olup olmadığını borsa endeksiyle mi ölçüyoruz. Veya döviz - faiz oranlarının değişimi ekonominin yegane barometresi midir?

Ekonomi medyasına ve TV'lerdeki programlara baktığımızda böyle olduğunu sanırız.

Sanırsınız ki sadece borsa, faiz ve dövizden ibaret bir ekonomi dünyası vardır.

Oysa;

Biliriz ki ekonomi denen bilim dalı da insan odaklıdır. Sınırlı kaynakların sınırsız ihtiyaçları karşılanma biçimidir ekonomi.

Günümüzdeki ekonomi yayıncılığına göre sanki insanlığın tüm ihtiyaçları borsadadır: Herkesin varlığı hisse senetlerinden oluşur da, hisse senetlerindeki artış refah artışını sağlar.

Ücretler, mesailer, işsizlik falan önem arz etmez.

Medyadaki bir diğer alışkanlık da arz yönlü yaklaşımdır.

Yani patronaj yaklaşımıdır.

Krizler, dalgalanmalar, bunalımlar sanki sadece patronların meselesidir.Gazetelerdeki haberlerin çok büyük kısmı patron-şirket haberleridir. Ekranları patron hayatları kaplar.

Borsa yükseliyorsa, patronlar rahatsa sorun yok demektir.

Çalışma ortamı, işçi ölümleri bir teferruattır.

Kısaca günümüzde ekonomi biliminin medyasal yansıması insandan, insan odağından resmen para odağına geçmiştir.

Artık önemli olan insan değil paradır.

***

Bir başka sorun da son yıllarda yaşanan dalgalanmalara kısa vadeli kriz gözlüğü ile bakılmasıdır.

Oysa Dünya derin bir buhran yaşıyor.

Kriz ve buhran çok ayrı gerçeklerdir.

Kriz, anlık sorunların sonucu yaşanırken buhran uzun süreli derin yapısal sorunların sonucudur.

Ekonomiye buhran gözlüğü ile bakınca bir çok büyümenin aslında ölüme giden bir şişme süreci olduğunu görürüz. Güzel görülen bir çok atılıma da aslında geleceğin tehlikesi olarak bakarız.

Tıpkı 80'lerde başlayan arz yönlü iktisadın 2001 sonrası coşması ile  bugünlerde vardığımız bunalım ekonomisi oluşumu gibi.

Süreci kısa değil de uzun; yani  kriz değil de buhran olarak kabul ettiğimizde de şu ana kadar alınan çok önemli önlemler anlamını yitirebiliyor. Hatta kriz tanımı ile yapılan bir çok önleyici müdahalenin buhran sürecini derinleştirdiğini görebiliyoruz.

En basitinden iki örnek verelim:

A-) Küresel buhranın son kriz dalgası devletlerin borç sorunu olmuştur. Bütçeleri düzeltmek için harcamalar kısılıyor ve dolaylı vergiler artırılıyor. Her iki önlemde de faturanın alt gelir gruplarına ödettirildiğini görürüz.  

Oysa Dünya derin bir gelir adaletsizliği yaşıyor. Az sayıda yaşlı ve zengin kesim bir tarafta otururken; genç ama işsiz veya düşük ücretli çalışan kesim diğer tarafta ayaklanıyor.

Kriz önlemi olarak alt gelir gruplarına yüklenen her fatura buhranı derinleştiriyor; gelir adaletsizliğini artırıyor.

B-) İkinci örneğimizi ise bankalardan verelim: 80'li yıllarda başlayan ama ağırlıklı olarak 90'lı yıllarda ivme kazanarak artan yeni bir bankacılık anlayışı vardı. Bankalar şirketler ve üretim kredileri yerine bireyler ve tüketim kredilerini tercih ettiler. (Zirve 2006-2007 yıllarıdır)  

Koca bankalar karşısında değer üretmeyen tüketim kredileri insanların geleceğini çaldı. Hane halkı varlıklarının önemli bir kısmı bankalara geçti. Bireysel sömürü bankalar sayesinde gerçekleşti.

Sistemi buhrana taşıyan bankacılık sektörü olmasına rağmen maalesef trilyonlarca dolarla desteklenen yine aynı bankalar oluyor.

***

1-Sermaye piyasaları kuralsızlaşıp yolsuzluk ve soygun piyasaları haline gelmiş olmasına karşılık yine gösterge olarak borsalar veriliyor.

2-Bankalar bireylerin varlıklarını maaş kredisi, tüketici kredisi, kredi kartı, ücretler ve masraflarla resmen iç etmelerine rağmen yine bankalar destekleniyor.

3-Kuralsızlaşan bir bankacılık piyasası oluşurken çalışan kesim adeta ücret kaybı, esnek istihdam modeli, zamansız maaş süreci, banka üzerinden ücret zorunluluğu gibi uygulamalar ile bu kuralsız aç gözlü bankaların kucağına iteleniyor.

4-Büyük şirketlerden başlayarak KOBİ şirketlerine varana kadar ucuz işçiliğin yaygınlaştığı küresel ekonomik düzende vergilerin yükü de yine çalışan kesim üzerine yıkılıyor.

***

Bugün kimse bankaların yıllarca üretim yerine tüketimi beslemesini sorgulamıyor.

Bugün kimse bankaların şirketlere, sanayiye kredi vermek yerine bireylere, hane halkına kredi vererek ailelerin geleceğini nasıl etkilediklerini araştırmıyor.

Bugün kimse dolaylı vergilerin yükünü, alt gelir gruplarının durumunu sorgulamıyor.

Ücretlerin sürekli eridiğibir çalışma düzeninin bizi getirdiği dengesiz dünya düzenini konuş(a)muyoruz.

Bir tarafta lüks tüketimin, şımarık zenginliğin sarhoşluğu yaşanırken diğer yanda açlık, işsizlik ve sefalet kol geziyor.

Makro büyüklükler; makro coşkular mikro adaletsizlikleri besliyor.

Devletlerin kasasındaki milyarlarca dolar başkalarının sefaleti üzerinden kazanılıyor.

***

Maalesef hala kimse sorunun temeline; millete inmiyor. Adaletsizliği, ucuz işçiliği, bankaların kucağına itilerek geleceğini kaybeden çalışan kesimi görmüyor.

Hala bankalar korunuyor.

Oysa buhranın kaynağı, çıkış noktası işte tam da burası.

Çalışan kesimin acizliği ve bankaların kucağına itilişi

Liderler buhranı kabullenmediği sürece bu gerçekler insanlara sokaklardan başka çözümün olmadığını gösteriyor.

Çözümler gelmeyince

sokaklar şenleniyor, isyanlar artıyor, korumacılık geri geliyor, milliyetçilik kurtuluş görülüyor.

Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz ve şimdi İngiltere. Fransa ve Almanya ve diğer Avrupa sokakları da dolmaya aday.

Bu manzara bize neyi gösteriyor:

Avrupa'daki 5 milyon göçmen işçimizin 1,5-2 milyonunun geri geleceğini şimdiden hesaplayalım...