Bazý cezaevlerindeki PKK’lý mahkûmlarýn yaptýðý açlýk grevlerini bazý liberal-sol aydýnlarýmýz “vicdani gerekçelerle” destekliyor. “Adamlarýn taleplerini yerine getirdiðinizde kaybedeceðiniz þey insan hayatýndan deðerli mi yani?” diye soruyorlar. Çok mantýklý ve ayný zamanda vicdanlý bir soru! Ama bu mantýk tersine çevrilip “istenen þeyler insan hayatýndan daha mý deðerli” sorusu da üretilebilir. Bunu da düþünmeleri gerekir.
Ýnsan hayatýný bir siyasi araç haline getiren böyle bir yöntemi liberal-sol aydýnlarýn “vicdan” adýna veya baþka gerekçelerle onaylamalarýnda bir ilkesel tutarsýzlýk olup olmadýðýnýn da tartýþýlmasý lazým öncelikle. Ýkincisi, bu eylemleri yöneten iradenin kurguladýðý siyasi stratejiyi görmezden gelerek karþýmýzdaki problemi sadece inandýðý dava uðruna hayatýný feda eden birkaç zavallý militanýn bireysel trajedisinden ibaret gibi görmek ve göstermek “insanlýða hizmet” anlamýna gelmez.
Ama meseleye nasýl bir motivasyonla yaklaþýyorlarsa artýk, açlýk grevi veya ölüm orucu eylemlerini gerçekleþtiren mahkûmlarý savunma sadedinde “bu büyük bir kahramanlýktýr, fedakârlýktýr” diye fikir beyan eden liberal-sol aydýnlarýmýz bile var.
Bir defa meseleyi bu noktaya getirip tartýþmak anlamsýz ve yararsýz. Her ne kadar örgüt talimatýyla yapýldýðýndan bireysel bir inisiyatif olmaktan çýktýðý için kahramanlýk nitelemesini kullanmak abartýlý da olsa ortada bir fedakârlýk olduðu, kendi hayatlarýný tehlikeye atmaktan çekinmeyen insanlarýn bir eyleminden söz ettiðimiz muhakkak. Ama sadece cezaevlerindeki açlýk eylemcileri deðil, dýþarýda da “canlý bomba” olarak hem kendini hem baþkalarýný gözünü kýrpmadan öldürebilen eylemciler var. Onlar da bazýlarýnýn gözünde kahraman.
Ama yapýlan eylem birtakým insanlarýn uðrunda kendi hayatlarýný feda ettikleri amaca gerçekten hizmet ediyor mu sorusuna cevap vermeye sýra geldiðinde iþin sorumluluðu devletin omzuna yükleniveriyor. “Haklý taleplerimiz karþýsýnda adým atmayan devlet bu eylemlerin neticesindeki muhtemel ölümlerin sorumlusudur” diyorlar.
Bazý liberal sol aydýnlar da konuya benzer þekilde yaklaþýp “Ýnsanlarýn hayatý söz konusu olduðuna göre devlet adým atýp bu faciayý önlemeli” diyorlar. Nasýl önleyecek devlet bu faciayý? Açlýk grevi yapanlarýn ileri sürdüðü talepleri kabul ederek.
Peki, ne bu talepler? Cezaevlerindeki tutuklu ve mahkûmlar iþkence veya kötü muameleden mi þikâyetçi; bu uygulamalarýn kaldýrýlmasýný mý istiyorlar? Hayýr, talepler mahkûmlarýn kendi durumlarýyla ilgili deðil; “cezaevi koþullarýnýn iyileþtirilmesi” gibi þeyler istemiyorlar. Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinin siyasal taleplerinin karþýlanmasýný istiyorlar.
Bu taleplerin ifade edilmesi görevinin neden cezaevlerindeki mahkûmlara düþtüðü ayrý bir tartýþma konusu olmakla beraber, bu insanlarýn hayatlarýný “siyasal þantaj” malzemesi yaparak ileri sürülen taleplerin gerçekçi olup olmadýðý da deðerlendirilmeli.
Bunlardan bazýlarý “kabulü imkânsýz talepler”. Öcalan’a özgürlük talebi gibi. Bazýlarý ise zaten devletin Türkiye’deki ve dünyadaki toplumsal ve kültürel yapýdaki deðiþim paralelinde yeniden ele almaya hazýrlandýðý konularla ilgili. Mesela anadilde savunma hakký yeni hazýrlanan yargý paketi çerçevesinde çözümlenmeye çalýþýlan bir problem. Anadilde eðitim konusu da her vicdanlý insan için yasak konusu olmamasý gereken bir özgürlük alaný. Ama Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinin amacý “anadilde eðitim serbestliði” deðil, “zorunlu Kürtçe eðitim”. Yani siz “tamam isteyen özel okullar açsýn, Ýngilizce veya Fransýzca eðitim veren kolejler gibi bunlar da Kürtçe eðitim versin” dediðinizde bunu kabul etmiyorlar. Ýstedikleri þey belirli bölgelerdeki “devlet okullarýnýn” eðitim dilinin Kürtçe olarak belirlenmesi. Bunun siyasal zorluðu bir tarafa fiilen de imkânsýz olduðunu anlatamýyorsunuz.
Ayný þekilde anadilde savunma hakký derken de mahkemelerde Türkçe bilmeyen vatandaþlarýn dertlerini kendi dillerinde anlatabilmeleri hakkýndan bahsedilmiyor. Kürt kimliðindeki kiþilerin resmi iletiþim dilinin Kürtçe olarak kabulü isteniyor.
Hem anadilde eðitim hem de anadilde savunma taleplerinin asýl amacý Kürtleri Türkiye’nin bütünlüðünden ayýrmak. Amaç üzüm yemek deðil.
Ama yine de bütün bunlarý paranteze alarak baktýðýnýz zaman görünen tablo þu ki -Öcalan konusu bir tarafa býrakýlacak olursa- insanlarýn kendi hayatlarýný feda ettikleri konularda devletin “adým” atmadýðýný söylemek haksýzlýk. Atýlmayan adýmlarýn ise, insanlarýn canlarý malzeme edilerek yapýlan siyasi þantajlar yoluyla attýrýlamayacaðý belli.
“Mademki cezaevlerindeki mahkûmlar açlýk grevi yapýyor, birkaç kiþi de ölüm orucunda. Öyleyse haklý veya haksýz olduðuna bakmadan taleplerini derhal kabul edeyim. Sonra kamuoyundaki destekçileri beni suçlarlar” diye düþünebilecek bir siyasi iktidar var mýdýr dünyada?