Son iftar...

Aile içinde doðup büyümenin ne büyük talih ve ayný zamanda nasýl bir pamuktan koza olduðunu öðrendiðim yýldý... Çünkü ben Ankara'daydým.

Ýstanbul'da gelen birisi için Ankara, yüksek mahkemeler demektir, ceza demektir, hazýrol demektir. Hele ki þimdiye kadar ailesinin dýþýnda hiçbir yerde kalmamýþ bir kadýn için Ankara ne kadar zordur, tekinsizdir. Nitekim tek baþýma bir iki gün otel köþelerinde kaldýktan sonra, canhýraþ þekilde geldiðim o kýz yurdu, benim Ankara'daki en büyük sevincim ve tek evim olmuþtur...

Yurt Müdiresi Birsen Sümer Haným ve ekibi ile kýsa sürede kaynaþmýþtýk. Kendimi birden bir gençlik rüzgarýnýn içinde buluvermiþtim, hatta rüzgar da ne demek, fýrtýna... Birsen Haným, öðrenciler için bir müdire olmanýn yaný sýra, öðrencilerine rüyalarýnýn peþinden koþabildikleri kadar koþmasýný öðreten bir antrenördü. Bir gün Ankara Kalesi, bir gün Pul Müzesi, bir gün Ulucanlar Cezaevi, bir gün Güney doðu gezisi, bir gün Bosna yolculuðu, öðrencileriyle Mars'a gitti deseler, a evet diyeceðiniz kadar, yüksek özgüven ve teþkilatlanma ruhu...

Sadece üniversiteli kýzlarý deðil beni de çekmiþti kýsa sürede, enerji anaforunun içine... Yurdun içinde kurduðumuz bir baþka evren vardý sanki. Sinema geceleri, konferans geceleri, þiir ve müzik geceleri, tiyatro, voleybol, yakartop, resim dersi, ebru dersi, keçe, boncuk, çini, seramik, hikaye atölyesi, Mevlana grubu, Gazali grubu, Diplomasi grubu, Kudüs grubu, Þam Grubu, Umre grubu, Kore grubu, Venedik grubu, Afrika grubu, Mescid grubu, Resim okuma grubu, Hafýzlar grubu, 70'ler buluþmasý, 80'ler buluþmasý... Bu gruplarýn hepsine girmiþ çýkmýþlýðým, katýlmýþlýðým vardýr...

Anlayacaðýnýz bin bir tane aynasý vardý Birsen Haným'ýn ve yurdun içindeki yüzlerce kýzla birlikte, ben de o aynalarýn içinden geçip, büyük bir yolculuðun heyecanýyla dolup taþardým. Ruhumun ve bedenimin delik deþik yaralarýný bir kýz yurdunun çatýsý altýnda sarmalayacaðýmý söyleseler þaþardým. Ama orada o gençlik þelalesinin içinde, kendi kendimle uðraþmaya vaktim kalmayýnca, günden güne ben de iyileþiyordum iþte... Yurda ilk geldiðim sýralarda, biraz yürüsem nefesim kaçar haldeyken, sadece bir dönem sonra, beden salonunda kýzlarla yakartop oynayabilecek düzeyde toparlanmýþtým...

Ben bu dönüþümü, ülke ve dünyanýn geleceði ile ilgili bin tane hayali olan gençlerin arasýnda yaþýyordum. Geceleyin indiðim mescitte uyurken bulduðum týpçýlarýn, hukukçularýn üzerlerini örterdim. Öyle zannederim ki hem bu zor okullarý okuyup, hem de bir yandan hafýzlýk çalýþan bu kýzlara melekler bile imrenirdi. O küçük ibadethanenin pýrýltýsý hala içimdedir. Seherlerden evvel dualara kalkýþýmýz, küçücük bedenleriyle þafaðý beklemeden avuçlarýný açýp dünyadaki Müslüman kardeþleri için dua ederken aðlayýþlar, sadece Müslümanlar için deðil, tüm insanlýðýn hayrý ve selameti için de dua edelim diye birbirlerini uyarýþlarý, pýtýr pýtýr açan tomurcuklar gibi Kýble'ye dönüþleri, mescidin penceresine gelen güvercinlere ekmek kýrýntýsý veriþleri, namaz sonrasýnda hep birlikte kahvaltýya iniþimiz, reçele seviniþimiz, elmaya seviniþimiz...

Þu anda baktýðýmda bir rüya gibiydi kýz yurdu günlerim... Sadece dini ibadetlerle geçmezdi orada zaman... Yurt müdiremizden gizli olarak, odalarda verdiðimiz çekirdek ve mýsýr patlaðý partileri, kar yaðdýðýnda yaptýðýmýz kartopu savaþlarý, eczacýlýða gidenlerin sadece benim için icat ettikleri kremler ve losyonlarý deneyiþimiz... Arkadaþlarla yenen zeytin ekmekten daha tatlý ne vardýr dünyada?

Hepsi Anadolu'dan gelmiþ çocuklardý, bazen annelerini özler aðlarlardý, 'hocam size sarýlabilir miyim?', kim bilir kaç saç taradým, kaç saç ördüm, kaç saç kestim makasla... Herkes okuduðu kitabý, gittiði sinemayý anlatýrdý... 'Iþýk doðudan gelir çocuklar, bunu unutmayýn' demiþtim bir gün, geçenlerde Bitlis'ten bir mektup geldi, öðretmen olmuþ, atanmýþ, 'ýþýk doðudan gelir hocam' diye yazmýþ...

Tabii her güzel þeyin baþlangýcý olduðu gibi, bitiþi de olurdu... O yýl üniversitelerin tatile giriþleri, Ramazan Bayramýna denk geliyordu ve ben küçük arkadaþlarýmdan, hikaye atölyemin, resim okuma derslerimin en gözde talebelerinden ayrýlýyordum...

Son oruçtu... Arefeydi. Bahçeye hazýrladýðýmýz küçük iftar soframýza, beyaz namaz tülbentimle inmiþtim. Beni dýþarýda eþarpla, içeride keple görmeye alýþmýþ çocuklar, 'aaaa...' demiþlerdi, 'hocam, beyaz tülbentle siz tam bir anne oldunuz'. Sonra hüzünlenmiþtik. Bu yýlki son oruçtu, son iftar masamýzdý, hatimlerimizin duasý bile edilmiþti, ne çok þeyi birlikte paylaþmýþtýk. Paylaþtýðýmýz o güzel hatýralarý, heybelerine koyup yollarýna gideceklerdi iþte...

Bir zaman kapýsý açýlmýþ ve en yorgun olduðum günlerde, bir 'belletmen' olarak bu kardeþlik yurdunda buluvermiþtim kendimi...

Beyaz tülbentim ve ben, Birsen Hanýmýn kýz yurdunu ve oradaki öðrenci arkadaþlarýmý kalbimin parlak firuzeleri gibi taþýyoruz... Arkadaþlarýmýn yollarý hep açýk olsun.