Son vagona atlamak

Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı “demokratikleşme paketini” İngilizce veya Arapça çeviriden izleyen sınır ötesi insanlar, Türkiye’nin q, w, x harfleri üzerindeki yasağı kaldırmasına ne anlam verdiler, düşünemiyorum. Sanıyorum, ülkenin böyle bir “sorun”(!) yaşadığını ilk kez öğrendiler, sonra da, bir ülkenin “harf yasaklama” gibi işlerle neden uğraştığına anlam vermeye çalıştılar.

Bir gerçeği kabul etmeliyiz: Çok geç kalmış işlerle boğuşuyoruz.

Türkiye’nin, işin normal seyrinde yıllar önce temizlemesi gereken sorunlar, geldi, memleketi yöneten bu siyasi kadronun omuzlarının üzerine yıkıldı.

1993 Darbesi’ni anlamadan

Bütün bu işleri, Sovyetler Birliği’nin tarihe karıştığı, Soğuk Savaş’ın, bizim de üyesi olduğumuz NATO tarafından kazanıldığı 1991 yılından sonra çözmemiz gerekiyordu. İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz başta, Soğuk Savaş yıllarında şu veya bu şekilde “devlet yapılanmaları kirlenmiş, kontrol edilemeyen güçlerin anti-demokratik uygulamalarına sahne olmuş” müttefiklerimiz derhal kolları sıvayıp “temizlik” yönünde önemli adımlar attılar o dönemde...

Türkiye treninin “makas değiştirmesi”, 1993 yılına rastlar. Uğur Mumcu suikastı ile başlayan, Adnan Kahveci, Eşref Bitlis, Turgut Özal“şüpheli ölümleriyle” süren, Madımak Katliamı ile tırmanan, Başbağlar Katliamı ile devam eden bir tuz-buz olma öyküsü... 5 Mart 1994 günü 5 Kürt milletvekili, Meclis bahçesinde tutuklandıklarında o sırada yönettiğim STAR TV ekranına Ankara’dan çıkıp, “Bugün bu ülkede adı konmamış bir darbe oldu” dediğimi, yayından sonra patronun “Belli, kendine acımıyorsun, bari bize acı” dediğini dün gibi hatırlıyorum.

Türkiye’nin “derin güçleri”nin 1993 yılında başlayan direnişinden geriye, kanlı bir dönem, demokrasisi ağır yara almış bir ülke kaldı. Türkiye’nin müttefikleriyle yolunu ayırdığı dönemde “darbenin ustalarının” PKK’yı gerekçe olarak kullanmaları, ülkenin bir toplu mezarlar, yargısız-yerinde infazlar ve kurumsallaşmış işkence ülkesine dönüşmesinin yolunu açmaları dikkat çekicidir. Bu ülkede,1996’da Özdemir Sabancı ve çalışma arkadaşları odalarında öldürüldüler, devamında yaşanılanlar ise bir Stephen King romanını aşar, daha ne anlatayım?

Sonu, 28 Şubat’a kadar uzanan 1993 Darbesi’ni, bu darbe yıllarında siyasetçi, akademisyen, hukuk adamı ve gazetecilerin tercih ettikleri duruşu tam olarak değerlendirmeden günümüzü değerlendirmemiz mümkün değil.

Reformcu çizgi

Türkiye’de, demokrasiye karşı geliştirilmiş “direnç noktalarını” aşmak zordur. Yalçın Akdoğan, “Paketin kodları” başlıklı yazısında bunun ancak, “düzen içindedeğişim” stratejisi ile gerilimi tırmandırmadan mümkün olabileceğini yazdı zaten. Açıklanan pakete dönük “Yetmez ama, evet” yaklaşımının ağır basması da bu siyasi mantıktan yola çıkıyor.

Ortadaki tablo şudur: Türkiye, 1993-2002 yılları arasında kaybettiği, ekonomisinden siyasetine büyük yaralar açmış bir dönemin yaralarını sarmaktadır, süreç biraz zaman alacaktır. ‘90lı yıllarda ait olduğu dünyadan farklı bir trene binen ülke, şimdi, bulduğu ilk istasyonda o trenden inmiş, diğerinin son vagonuna son anda atlayan yolcu görüntüsü çizmektedir. Bu, iyi bir gelişmedir.

Hangi muhalefet?..

Ve kriterler

Atılan her demokrasi adımının, “ulusalcı” olarak tanımlanan, köklerini 1993-2002 yılları faşizminde bulmaya çalışan “sol” görünümlü “aşırı sağ” unsurlar ile PKK’nın açıklamalarında tepki bulması bir tesadüf olabilir mi? Hayır!.. Varlıklarını anti-demokratik zeminde kanlı bir fay hattında arayan bütün kesimlerin “barış” ve “demokrasi” sözcüklerinden ürkmeleri normaldir.

Silah bırakmayan Kandil’in “demokratik talepler çıtasını sürekli yükseltmesini” anlamak hayli zor. Elinde silah var, demokrasiden söz ediyorsun.

Demokratikleşmenin “cumhuriyeti yıktığı” düşüncesi ise hangi cumhuriyetten söz ediyor, yıkılan 1993-2002 arası cumhuriyetse, telaş niye?..

Ana hata, demokratikleşme sürecini, “kim ne aldı, ne verdi” zemininde tartışmaktır. Demokrasi bir “kriterler” sistemidir, yapılanın “küresel demokrasianlayışına” uygun olup olmadığına bakmak yeterlidir. Paket, devletin, geleneksel “ötekileştirme” politikalarını dağıtan yapısıyla önemlidir.

Eğer gelişmeye “kriterler” açısından bakmazsanız, 1993 Darbesi sonrası yaşanılan felaket karşısında “çıtı çıkmamış” kalemlerin bir “başörtüsü  polemiği” ile toplumsal kazanımları örtmeye çalışmasının havasına kendinizi kaptırabilirsiniz.