Sosyal medya romantizmi öldürdü

Genelde dram filmlerinde izlediğimiz başarılı oyuncu Özge Özberk, yeni gösterime giren Evlenmeden Olmaz adlı komedide kendisine evlilik teklif etmeyen sevgilisinden ayrılan ve eş arayan genç bir kadın rolünde. Özberk, günümüzde  ilişkileri sosyal medyanın etkilediği görüşünde.

- Filmin senaryosu size geldiğinde dikkatinizi ilk çeken şey neydi?

Hikaye o kadar güncel ki... Aslında çok enteresan bir konu. Türkiye’nin gündüz kuşağında, kadınların evde bulunduğu saat diliminde, evlenme programlarının bu kadar popüler olması hakikaten ilginç. Aslında ‘Biz ne zaman bu kadar evlenme meraklısı olduk?’ sorusu düşündürücü. Filmdeki Zeynep karakteri sevgilisine çok aşık ve bir yuva kurma hayaliyle yaşıyor. Her genç kız gibi gelinlik giymek, o yüzüğü takmak istiyor ancak işler istediği gibi gitmiyor. O sırada bir görev veriliyor dergiden, bu şekilde olan kadınların psikolojisini araştırması isteniyor. Zaten Zeynep o psikolojide. İşi kabul ediyor, sonrasında bir eş bulma şirketinin sahibiyle tanışıyor, işler iyice sarpa sarıyor. 

- Daha önce kadın hikayelerinin eksikliğinden bahsederdik. Ancak son zamanlarda kadın hikayelerinin özellikle komedi filmlerinde ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun sebebi sizce nedir?

Parantezi açtığımızda hepsinin içinde evlilik yok mu? Bu, popüler bir konu. Aslında biraz da geriledi bu durum. Çünkü kendi ayaklarının üstünde duran kadın ilk etapta kendi başına yaşam mücadelesi verme peşinde. Yani önce ayakları yere bassın gerisi bir şekilde zaten gelir. Günümüzde zaten çalışan kadınlar bunu fazla düşünmüyor, öte yandan hem aile baskısı hem çevre baskısı da var. Filmde canlandırdığım Zeynep kız arkadaşlarıyla yaşıyor, bundan da kurtulmak istiyor. Belki de geleceğe dair kaygıların başladığı andan itibaren evlilik fikri ortaya çıkıyor. Beraber yol almak, sırtını yaslayabileceğin birinin olması... Hikaye çok popüler ve bu dünya kurulduğundan, insanlar var olduğundan, ilişkiler başladığından beri çözülebilmiş değil. Bu konuyla ilgili çok fazla hikaye, tiyatro, roman, yazı var. Shakespeare’in de işlediği yegane konudur; aşk, evlilik, ilişkiler.

İnsanlar artık konuşmuyor

- Türk sinemasında şehirli insanın hikayeleri fazlaca işlenmez ama son zamanlarda filmlerimiz daha çok kentli toplum hayatlarını konu etmeye başladı. Ne dersiniz?

İşin içine hemen sosyal medyayı sokalım... Yani ilişki durumunu belirleyen faktörleri. Takip ettiğimiz insanların ilişki durumlarını, ne yaptıklarını hemen öğrenebiliyoruz. Her şey ortada. Filmde de işliyoruz. Sevgilisinden ayrılınca hemen sosyal medyadan duyuruyor. Öteki taraf hemen bunun ciddi olup olmadığını anlayabiliyor. Öncesinde karşılıklı konuşma yok. Aslına bakarsanız, işin içine bu sosyal medya girdiğinden beri aşkta ve yaşamda işler çok zorlaştı. İnsanlar artık birbirleriyle konuşamayacak duruma geldi. Bu işin içinden çıkılabilir mi? Hiç sanmıyorum. Bu saatten sonra bence dönüş yok.

- Sosyal medya sizin hayatınızda da bu kadar baskın mı?

Değil aslında. Daha çok kendimi ifade etmek amacıyla kullanıyorum. Paylaşımlarım da hep bunun üzerine. Bu kadar önüme geçmesine izin vermemeye çalışıyorum.

- Yeşilçam komedisi trajikomiktir. Fakat son zamanlardaki komediler daha absürt. Siz hangisini tercih ediyorsunuz?

Bir kere derdi olan sinema tabii ki daha çok ilgimizi çekiyor. Bir şeyler anlatıyor, kendimizden bir şeyler katıyor. Bunlar çok önemli ama komedi işlerinde açıkçası bunun çok da derinine inemiyorsunuz. Senaryonun başı belli sonu belli. Ama draması daha ön planda olan yapımlarda, filmin başından bir hikayeye başladığımız zaman ‘Acaba ne olacak?’ sorusunu seyirciye sordurup kilitleyebiliyorsunuz. İkisinin arasındaki fark bu. Dramın gücü belki de buradan geliyor.

Anneannemin hikayesini yazıyorum

- Bir projede yapımcıydınız. Daha önceki söyleşilerimizde  kamera arkasına da ilginizin olduğunu söylemiştiniz. Bu noktada neredesiniz?

Kamera arkasına cidden çok meraklıyım, her şeyi çok heyecanla seyrediyorum. Bu yıl meslekte 20’nci yılımı doldurdum. Muhakkak ki bunun eğitimini almak ve bu işi iyi bilen insanlarla çalışmak gerekiyor. Bunu gördüm. Anneannemin çok enteresan bir hikayesi var, onu yazmaya başladım. 20’li yıllarda başlıyor. Benim bu hikayenin son beş yılında, hikayenin içine girdiğim zamanlarda bunları çözüyor olmam... Ben 30 yıl anneannemle yaşadım ve son yılında onun hayatıyla ilgili enteresan şeyler öğrendim. Çok geç kaldım. Keşke daha erken bu işe girebilseydim ve ona sorarak bu hikayeyi yazabilseydim. Birkaç tane de komedi filmim var kısa, çok istiyorum onları çekmek. Bir tane de çocuk kitabı yazdım Mavi Kuş adında. Bunu da çocuk müzikaline çevirmek istiyorum. Yani çok fazla şey var kafamda.

Hissettiğim dram karakterim komedi

- Dramdan komediye birçok farklı rolü oynuyorsunuz. Güzel kadın ve komedi ilişkisi artık Türk sinemasında işlemeye başladı mı?

Şöyle söyleyeyim, benim televizyon hayatım dramla başladı ancak Beşiktaş Kültür Merkezi’nden dolayı 10 yıllık bir komedi geçmişim var. Dolayısıyla terazinin iki tarafı da bende o kadar dengede ki insan artık iyi hissettiği projenin peşinden koşuyor. Dram ya da komedi, evet benim için dönem işlerinin yeri çok farklı. Dramlar sonuna kadar hissettiğim, bütünleştiğim yapıtlar. Ancak komedide sosyal yapım ve hayata bakışımdaki eğlenceli tarafım çok daha ağır basıyor. Hani belki de hissettiğim dram ama karakterim ve kişiliğim daha komedi. Bu nedenle kendimi şanslı hissediyorum. Proje iyiyse bunun bence tiple çok alakası yok. Senaristin yarattığı karaktere oyuncu uysun. Bence önemli olan bu.