Elbette meselenin boðazlar olduðu çok açýktý; ama sanki öyle deðilmiþ gibi yapmak da, diplomasinin bir hamlesiydi! Türkiye, Moskova ile anlaþmak için masaya oturmaya hazýrdý!
Moskova, Ankara ile anlaþmak için masaya oturmaya hazýrdý; ama elindeki kartlarý açmak konusunda isteksizdi. Ankara ise, herhangi bir ard niyet güttüðü kanýtlanamayacak bu öneriye karþý, iki seçenekten birini tercih etmek zorundaydý.
Ýlk seçenek, dünyada barýþ ve ortak güvenlik konularýnýn gündeme geldiði bir sýrada, Moskova’nýn kötü ve ard niyetlerinden söz ederek, iki ülke arasýnda yeni bir antlaþma için görüþmeleri kesinlikle ve ilke olarak reddetmekti. Bu türden bir giriþim, kanýmca, kesinlikle açýklanabilir bir tutum olmayacak ve Ankara, bunun sonucunda, Batý ittifaký içindeki son mevkiini de yitirecekti. Nihayet Moskova'nýn talebi, son derece masum ve haklý görünüyordu. Belki de Sovyetler Birliði, bu türden bir sert karþý tepkiyi de hesap etmiþti. Bu tutum, muhtemelen Türkiye'yi uluslararasý politikada tamamen tecrid edecek ve onu Sovyetler Birliði ile karþý karþýya ve baþbaþa býrakacak bir yol olurdu.
Ýkinci seçenek ise, hiçbir þey olmamýþ gibi davranmak ve hiçbir þeyin de farkýnda deðilmiþ rolüne bürünmekti. Zaten Türkiye de bu rolü benimseyecektir. Bu durumda Ankara, antlaþmanýn yenilenmesi için, Türk-Sovyet görüþmelerinin baþlatýlmasýný önerebilirdi. Sorun, iki “dost” ülke arasýnda çözülmeliydi. Zaten yeni antlaþmanýn koþullarýnýn ne olacaðý da henüz belirsizdi.
ANKARA MASAYA OTURMAYA HAZIR
Âsým Us, görebildiðim kadarý ile, basýnda konuya iliþkin olarak yayýnlanan ilk yazýda, hayli ýlýmlý bir dille, Montrö Antlaþmasý’nýn deðiþtirilebileceðinden söz ediyordu: “Halbuki Ýkinci Dünya Harbi’nin milletlerarasý hâllerde ve þartlarda getirdiði deðiþiklikler, hakikaten çok derindir. Bu bakýmdan, Montrö rejimi, yine ilgili devletler arasýnda müzakere konusu olacaktýr. Yalnýz bunun tarihini tesbit etmek þimdilik zordur. Almanya’nýn kesin [olarak] maðlubiyetinden sonra, Akdeniz ve Karadeniz meseleleri arasýnda konuþulmasý ihtimali kuvvetlidir. Bundan evvel bazý konuþmalar olursa, [bunlar] ancak hazýrlýk nevinden tetkikler sayýlmak lâzým gelir.”
Gerçekte herkes, uluslararasý iliþkilerde oluþan yeni güç dengesi dolayýsýyla, “derin deðiþiklikleri” anlayýþla karþýlýyor, fakat “iyileþtirilmeye muhtaç” noktalarýn neler olduðu konusunda kesin bir görüþ birliði saðlanamýyordu. Ancak, sorunun Montrö Antlaþmasý ve Boðazlar ile ilgili olduðu, herkesin üzerinde birleþtiði ortak bir noktaydý. Hatta Türkiye’nin Sovyetler Birliði ile olan doðu sýnýrýnda, Kars ve Ardahan çevresinde bazý sýnýr düzeltmelerinin gündeme gelebileceði de belirtiliyordu.
Nitekim, Batý basýnýnda, daha 1945 yýlýnýn Ocak ayýnda, doðu sýnýrýnda güvence saðlanmasý halinde, Türkiye’nin Sovyetler Birliði ile pakt imzalayabileceðine iliþkin haberler yayýnlanmýþtý. Bir görüþ de, Sovyetler Birliði’nin komþu ülkelerde kendisine yakýn “dost” rejimler kurulmasýný saðlayarak, savunma güvenliði kurma politikasý izlediði yolundaydý. Nitekim, Moskova’nýn bir süreden beri sürmekte olan ve Türkiye’nin iç ve dýþ politikasýna yönelik sert eleþtirileri, bu açýdan yorumlanýyordu.Buna karþýlýk Türk basýný, kendi görüþlerini büyük bir özenle saklýyordu.
ANKARA’NIN ÖNERÝSÝ BASÝTTÝ
Sovyet resmî notasý karþýsýnda, Ankara'nýn yanýtýnda Türk-Sovyet dostluðunu övmesi, ýlýmlý üslûp kullanmasý ve Sovyetler Birliði’nin önerilerine açýk olduðunu belirtmesi, dikkati çekiyordu. Ankara'nýn yanýtý kýsaydý ve þu cümleler dikkate deðerdi: “Cumhuriyet Hükûmeti, (...) Sovyet Hükûmeti’ne, Türkiye ile Sovyetler Birliði’ni uzun zamandan beri birbirine baðlayan iyi komþuluk ve samimi dostluk münasebatýný daima idame ve tarsin arzusunda bulunmuþ olduðunu, Türk-Sovyet dostluðuna büyük hizmetleri dokunmuþ olan 17 Aralýk 1925 muahedesinin kýymetini tebârüz ettirmek istediðini ve Sovyetler Birliði’ni ve Sovyetler Birliði Hükûmeti tarafýndan izhar olunan fesih arzusunu kaydeylediðini bildirmiþtir. Binnetice, Sovyet Hükûmeti’nin inkýza etmekte olan muahede yerine, iki tarafýn bugünkü menfaatlerine daha uygun ve ciddî tadilatý ihtiva eden, diðer bir akit ikamesi hususundaki telkinatýný kabul eden Cumhuriyet Hükûmeti, mezkûr hükûmete, bu maksatla kendisine yapýlacak teklifleri, büyük bir dikkat ve hayýrhahlýkla tetkike amade bulunduðunu bildirmiþtir.”
Ankara, uzlaþma yolunu seçmiþti. Sert bir tepkiden kaçýnmýþtý. Zaten buna gerek de yoktu. Sorun, iki “dost” ülke arasýnda, eskiden olduðu gibi, “geleneksel dostluk iliþkileri” içinde çözülebilir görünüyordu. Görünüyordu diyorum; çünkü, gerçekte Ankara, satranç oyununun bundan sonraki hamlelerini öngörmeye çalýþýyor ve bu nedenle de Ýngiltere ve ABD ile askerî ve siyasî iliþkilerini yakýnlaþtýrmaya çalýþýyordu. Zaman kazanmak çok önemliydi. Þimdi Ankara hamlesini yapmýþ ve hiç açýk vermeden, hamle sýrasýný yeniden Moskova’ya býrakmýþtý.
DÝPLOMATÝK JESTLER
Baþbakan Þükrü Saraçoðlu ise, 11 Mayýs’ta, yani Sovyetler Birliði’nin Japonya’ya savaþ ilân ettiði gün, Mecliste yaptýðý konuþmada, son derece edebî bir üslupla, sýrasý ile, Ýngiltere’yi ve Churchill’i, ABD’yi ve Roosevelt’i ve nihayet Sovyetler Birliði’ni ve Stalin’i övüyordu:
“Yine arkamýza dönüp bakacak olursak, orada dostumuz ve komþumuz Sovyetler Devleti’nin bir boydan bir boya Nazi barbarý tarafýndan merhametsizce yakýldýðýný, yýkýldýðýný ve birçok masumlarýn öldürüldüðünü görürüz. Bu harbin aðýr tahribatýna Sovyetler maruz kalmýþ ve aðýr yükünü yine Sovyetler taþýmýþtýr. Bu korkunç manzara karþýsýnda dahi cesaretleri kýrýlmayan halk çocuklarý, yine bir halk çocuðu olan Stalin’in etrafýnda toplanarak, onun dâhiyane sevk ve idaresi ile, bütün intikamlarýný birer birer almýþlar ve düþmanlarýný kendi inlerine kadar sürerek, onlarýn barbar prensiplerini, kendileri ile beraber, bu inlerde boðmuþlardýr. Bu cihan harbinin birçok parlak sayfalarýný Sovyetler yazmýþtýr ve bu yazýlarýn her sayfasýnda daima Stalin’in diri yüzü görülmektedir.” Bu konuþma, Ankara’nýn müttifiklere yakýnlaþma politikasýnýn bâriz bir devamý ve özel olarak da Sovyetler Birliði'ne bir jest olarak yorumlanmalýdýr.