Sûriye Pilavý

Anlaþýlan bu pilav daha çok su kaldýracak.

Öyleyse durumun biraz da arka planýna bakmak yararlý olabilir.

Hay hay, bakalým:

Sûriye 185 bin 180 km2 yüzölçümlü bir ülke. Türkiye’nin yüzölçümü 779 bin 452 km2.

Nüfûsu 21.092.000 (Türkiye: 75,5 Milyon).

Ferd baþýna millî gelir: 2.410 Dolar (TR.: 10.400 Dolar)

Sûriye’de nüfûsun %80’i Arab, %8’i Kürd, %6’sý Türk, %2’si Ermeni, %1’i Çerkes.

Gerisi Filistinli mültecî ki onlar da tabii Arab.

Türkiye’de nüfûsun %85’i Türk, %10’u Kürd, %5’i Zaza, %2’si Arab. Ayrýca sayýsý kestirilemeyen mikdarlarda Çerkes, Boþnak, Arnavut, Gürcü, Laz ve Müslüman Bulgar (Pomak) ile 80 bin Ermeni ve 3 bin Rum.

Sûriye 1517-1918 arasý 403 sene Türk idâresinde kalmýþdýr. Daha önce de 13. yy’dan bu yana yine Türk olan Mýsýr’daki Kölemen Devleti’nin bir parçasýydýlar.

Sûriye’de nüfûsun yüzde 12’si Nuseyrî denilen Arab alevîlerinden teþekkül ediyor ki Esad da Nuseyrî.

Nuseyrîler esas olarak ülkenin batýsýnda, kýyý bölgelerinde ve Hatay’la Lübnan arasýndaki bölgede mukîmler.

Düzenli orduda subay kadrolarýnýn ve ekonomik durumu düzgün orta sýnýfýn büyük bölümü Nuseyrî. Âsî Sûriye ordusunda bu oran belki yüzde yüze yakýn.

Rusya, Çin, Kuzey Kore ve Ýran hem mâlî hem askerî yönden Esad’ýn emrindeki resmî orduyu desteklerken Türkiye, Suûdî Arabistan ve Katar Nuseyrî ordusuna destek oluyorlar.

Daha önceki yazýlarýmda da belirtdiðim üzere Sûriye Halký diye bir halk vardýr ama “Sûriye Milleti” diye bir millet yokdur. Bunun etnik birlikle bir ilgisi de bulunmamaktadýr, zîrâ muhtelif kavimlerden oluþmasýna raðmen “millet” hâlini almýþ topluluklar var. ABD, Ýsviçre, Belçika, Rusya ve Türkiye bunlara birer örnekdir. Sûriye Halký’nýn bir millet olamayýþý, buna yeteneksizliðinden deðil târihî geliþme elvermediði içindir. Týpký Irak’daki durum gibi.

Belki biraz da bundan olacak Sûriyeli Nuseyrîler, Türkler’in çekilmesinden sonra mütemâdiyen bir problem kaynaðý oluþturmuþlardýr.

Fransýz mandasý (1918-1946) altýndayken Nuseyrîler önce 1920’de özerklik ve 1923’de baðýmsýzlýk îlân etdiler. 1925’de “Alevî Devleti” adýný aldýlar. 1930’da bu ad “LazkiyeSancaðý” olarak deðiþtirildi ve 1936’da, özerkliklerini muhâfaza ederek tekrar Sûriye’ye katýldýlar.

Þimdi ansýzýn bu devletin ihyâ edilmesi lakýrdýsý çýkdý.

Fakat Allah sizi inandýrsýn ben çýkarmýþ deðilim!

Deniliyor ki asýl Nuseyrî bölgesi, yâni Lübnan’la Hatay’ýn arasý ve buna ilâveten Hatay’ýn doðusu ve Irak’a doðru bir toprak parçasý, yâni Kürdlerle ve Türklerle meskûn bölge Sûriye’den ayrýlsýn ve baðýmsýz devlet olsun!

Bu senaryo daha önce de sahneye konulmuþdu. Hatay Bölgesi önce özerklik kazanmýþ ve 1939’da yapýlan bir referandum sonucu Türkiye’ye iltihak etmiþdi.

Þimdi de ayný uygulamaya baþvurulursa bu yeni “devlet” içindeki Nuseyrî ve Kürdlerin kuzeydeki hýsým ve akrabâlarýyla birleþmek isteyeceklerine muhakkak nazarýyla bakýlabilir.

Akrabâlýk bir yana, bura halkýnýn bir anda kendinden dört misli daha zengin ve nisbeten fevkalâde istikrarlý, nisbeten adamakýllý demokratik bir ülkeyle birleþmek istemeleri de normaldir deniliyor.

Benim nâçizâne kanaatimce de bu, aslýnda 1918’den sonra sýnýrlar çizilirken “kasden” iþlenen, sýrf ileride hýr çýksýn da bizler hakem pozuyla bölge üzerindeki nüfûzumuzu sürdürelim diye düþünen Fransýz dostlarýmýzýn, hiç de ahlâkî sayýlamayacak bir tertîbini düzelterek tarihin akýþýný tabii mecrâsýna sokmakdan baþka birþey deðildir.

Ancak bu ihtimâl derhâl bâzý yurddaþlarýmýzýn, dilleri bir karýþ dýþarýda ve gözler saadetden fýldýr fýldýr “Hah, iþte Osmanlý Ýmparatorluðu’nu nihâyet tekrar kuruyoruz!” azgýnlýðýna sebebiyet vereceði ve yurddýþýnda hatýrý sayýlýr tadsýzlýklara yol açacaðý için, mes’ûliyet sâhiblerinin en büyük teennî ile bir “alçak profil politikasý” izlemesinde, Merhum Ýsmet Paþa’nýn tâbiriyle “Sayýlamayacak kadar çok millîmenfaatler vardýr.”