Sûriye yâhut ikinci perde

Önasya’da bir devir sona eriyor.

Irak’la baþladý, Sûriye’yle devâm ediyor ve emînim ki orayla da sýnýrlý kalmayacak.

1918’de Ýmparatorluðumuzun yýkýlmasýyla Batýlý gaalib devletlerin kurduðu düzen 1945’de, Ýkinci Dünyâ Savaþý bitdikden sonra orasýndan burasýndan biraz çekiþtirilip “günün þartlarý”na uyduruldu, müteâkýben 1990’da Soðuk Savaþ’ýn nihâyete ermesiyle yine bâzý deðiþikliklere uðradý ama artýk yürümeyeceði de anlaþýldý.

Þimdi, burnumuzun dibinde kurulacak “yeni düzen”in girdisi çýkdýsý planlanýyor.

Nerede mi:

Cehennemin dibinde!

Onikibin kilometre ötede!

Türkiye eðer 2003 Martý’nda Irak’a müdâhale harekâtýna müdâhil olsaydý bu ülkede pek çok þey þimdikine nazaran hiç deðilse “daha az kötü” olabilirdi. O zamanlar hep yazmýþdým, eðer Amerika’yla iþbirliði etseydi Türkiye gerçi direksiyon baþýnda yine de aslâ olamayacak, ama þoförün yanýbaþýnda oturup mütemâdiyen výdý-výdý edebileceði için muhtemelen hiç deðilse kamyonun hendeðe yuvarlanmasýný önleyebilecekdi.

Bugün Irak’ýn içinde debelendiði içler acýsý hâl biraz da Türkiye’nin mes’ûliyet alanýna girer, çünki elinde olduðu halde bir cürme engel olmamak da cürümdür!

O fýrsat ebediyyen kayboldu.

Þimdi Sûriye’de, tâbir câizse, “ikinci perde” oynanýyor.

Ve aradaki tek kayda deðer fark Türkiye’nin “oyun” • bu kez balkondan deðil önlerdeki yan localardan birine oturarak seyretmesi gibime geliyor.

Hayýr! Kimse lütfen yerinden hoplamasýn! Sûriye’ye askerî bir müdâhalede bulunalým diyecek kadar ferâset yoksulu deðilim. Fakat þunu görüyorum ki Ankara burada tam bir idâre-i maslahatçýlýk örneði sergileyerek ne Îsâ’ya ne de Mûsâ’ya yaranmaya mahkûm duruma düþüyor.

Sözümona Þam Hükûmeti’ne karþý hiçbir husûmetimiz yok ama muhâlifleri de el bebek gül bebek kucaðýmýzda gezdirmekden yüksünmüyoruz. Öte yandan bunu yaparken onlara açýkça destek vermeye de düpedüz yan çiziyoruz.

Tam bir “tavþana kaç, tazýya tut” taktiði. Ama ne demiþ þâir:

“Sen herkesi kör âlemi sersem mi sanýrsýn?”

Beþþar el Esad bunu yutacak ve muhâlifler de unutacak öyle mi?

Biz 1945’de de ayný zamanda hem Hitler hem Churchill’le dost olma hýyarlýðýmýz yüzünden Yugoslavya’nýn bile gerisine düþmemiþ miydik, Allah aþkýna?

Üstelik Esad Rejimi sâdece Esad’la da kaaim deðil, arkasýnda týkýr týkýr iþleyen bir sistem var! Yâni o gitse bile bu rejim daha yýllarca ayakda kalabilir.

Þimdi Kafkasya’da da bir pimi çekilmiþ el bombamýz oldu:

Ýsrâil Âzerbaycan’dan, Ýran sýnýrýna yakýn bir yerde bir askerî üs elde etdi!

Aliyef Hânedâný’nýn saltanat sürdüðü Âzerbaycan Hanlýðý daha önce de Rusya’ya bir radar üssü “armaðan” etmiþ, Ermeni basýný ise bunu sevinç çýðlýklarýyla ve “AliyefSadâkatini Gösterdi!” manþetleriyle kutlamýþdý.

O zamanki Baba Aliyef’di. Ýlâmâþallah oðlu da babasýnýn izinden ilerliyor!

Hayrülhalef!

Þimdi Ankara Bakû’ye “Bu ne hâl?” sorusunu yöneltince hâliyle “Biz baðýmsýzülkeyiz!” karþýlýðýný alýyor.

Tamam da, hani “tek millet, iki devlet”dik?

Ben vaktiyle bunlarýn palavra olduðunu ve Aliyef’lere güvenilemeyeceðini yazdýðým zaman neden yemediðim küfür kalmadý?

Aslýnda Âzerbaycan kendi nokta-i nazarýndan akýllýca davranýyor.

Ýsrâil hem güneyden uzun menzilli uçaklarýyla ve hem de Âzerbaycan’dan Ýran’ý hallaç pamuðu gibi atarsa bu ülke daðýlabilir. Âzerbaycan’daki sekiz milyon nüfûsa karþýlýk Ýran’da yaþayan Âzerî Türklerinin nüfûsu 30 milyonu aþkýn. Bakû onlarla birleþerek bir “Büyük Âzerbaycan” devleti kurmak istiyor.

Peki, biz ne istiyoruz?