20’nci yüzyýl statükosu içinde Türkiye, havaalanýnda sürekli park pozisyonunda tutulmaya çalýþýlan uçak gibiydi. 90 yýl ayný pozisyonda bekletildi. Þimdi iradesi deðiþti ve hareketlenmek zorunda. Ama kabul edelim ki, 90 yýl öncesine ait uçakla ve o kafa ile havalanamaz, havalansa bile güvenli bir þekilde yere inemez.
Evet, statüko deðiþiyor. Tüm dünyada ve buna baðlý olarak tüm Ortadoðu’da... 20. yüzyýlýn ilk yarýsýnda Ortadoðu haritasý emperyalist güçlerin ekonomi-politik tasavvurlarýna göre harita üzerine cetvel konarak çizilirken, Türkiye’nin haritasý da ayný tasavvurlarla uyumlu bir yaklaþým gösteren “rasyonel” ittihatçý elitin direniþinin ardýndan Lozan’da kararlaþtýrýlmýþtý.
Bu statüko Ortadoðu Arap coðrafyasýnýn batýlý emperyalist güçlerle ittifak edebilecek diktatörlüklerle yönetilmesini esas alýyordu. Bu þekilde ekonomi-politik tasavvurlarýn hayata geçirilmesi mümkün olabiliyordu.
Türkiye’de ise toplumun ait bulunduðu Ortadoðu Müslüman toplumlarýyla olan baðlarýnýn laiklik söylemiyle, esasýnda ise milliyetçilik zehirlenmesiyle koparýlmasý gerekiyordu. Ülke kendi kendisine yetmeye çalýþan, batý tarafýndan kontrol edilen ve batýyla müttefik olduðu halde sýnýrlarýný Demirperde ülkelerinde görüldüðü gibi kapatan bir ülkeye dönüþtürüldü.
Ülkenin eðitim, kültür, ekonomi ve buna baðlý uluslararasý politikasý bütünüyle batý merkezli, batýyý kutsayan bir program çerçevesinde oluþturulmuþtu. Ama bu batý varsayýmsal bir batýydý. Yani aslýnda gerçekle pek ilgisi yoktu.
Japonya, Kore, Çin hakkýnda bilgiler, ilgi sahamýza girmeyen masallardan öteye geçmiyordu. Orta Asya hakkýndaki bilgiler Cumhuriyetin ilk yýllarýnda hokus pokusla üretilen genesis (yaratýlýþ) destanlarýndan farksýz, fantastik bilgilerden öteye geçmiyordu. Semerkant, Amu Derya, Buhara gibi sözcükler tarihi-fantastik film senaryo sahiciliðinin ötesinde bir anlam ifade etmezdi.
Sanal dýþ dünya yýkýldý
Peki Arap coðrafyasý?
O da epik bir tarihin “kötü” baþrol oyuncusu oldu. Kimileri için “Türk”ü arkadan hançerleyen kalleþler”, kimileri için “Çöl kanunlarýyla yaþamýný sürdüren cahil çöl bedevileri” oldu.
Kýsacasý tümüyle sanal bir dýþ dünya yaratýldý. Milliyetçilikle bezeli bu varsayým Türkiye statüko’sunun tamamlayýcý parçasý oldu. Onun ürettiði ve ona can veren Kürt milliyetçiliði de diðer parçasý olageldi.
Kuþkusuz gerek Türkiye, gerekse Ortadoðu bakýmýndan tüm bunlarý ekonomik geri kalmýþlýk, içe kapalýlýðýn yarattýðý programlanmýþ cehalet, yüksek düzeyli köylülüðün mümkün kýldýðýný unutmamak gerek.
Þimdi bu deðiþti. Türkiye’de rejim çöktü. Bunu müteakiben Arap Baharýyla birlikte Ortadoðu diktatörlükleri de çökmeye baþladý. Artýk geniþ toplumsal tabana dayanan siyasetler belirleyici hale geldi. Yaþadýðýmýz kavgalar 2000’lerin baþýnda Türkiye’de, ardýndan Tunus, Mýsýr, Libya ve Suriye’de baþlayan deðiþimin sonuçlarýdýr. Kimileri buna karþý çýkmayý elbette varoluþsal bir mesele olarak görecektir. Haklý da...
Ama 20’nci yüzyýlýn statüko’su deðiþti.
Buna baðlý olarak bölgede ve dünyada ekonomi-politik hesaplar yeniden yapýlmak zorunda.
Maceracý akýllardan uzak durmalý
Bu Türkiye için ne anlam ifade ediyor?
Her þeyden önce her þey çok daha karmaþýk hale geliyor. Eski vesayetçi düzenin, ideolojik, politik ve bürokratik öncülleri ve alýþkanlýklarýyla, devletin mevcut üniter-merkeziyetçi yapýsýyla, statüko’nun ürettiði milliyetçi söylem ve politikalarla bu ülkeyi ayakta tutmak zorlaþýyor. Bölgesel geliþmelere karþý duyarsýzlýk artýk mümkün deðil.
Türkiye’de milliyetçi anakronizmin tasfiyesine paralel olarak PKK benzeri milliyetçi sair örgütler de tasfiye oluyor.
20’nci yüzyýl statükosu içinde Türkiye havaalanýnda sürekli park pozisyonunda tutulmaya çalýþýlan uçak gibiydi. 90 yýl ayný pozisyonda bekletildi. Þimdi iradesi deðiþti ve hareketlenmek zorunda. Ama kabul edelim ki, 90 yýl öncesine ait uçakla ve o kafa ile havalanamaz, havalansa bile güvenli bir þekilde yere inemez, hem kendine hem de hafa trafiðindeki diðer uçaklara zarar verir. Hem kendini hem de çevresini ateþe atar.
Bu yüzden, Türkiye’nin çok hýzlý bir þekilde yapýsal bir dönüþüm baþlatmasý gerekir. Bunu yaparken eski statükonun aklýndan uzak durmak zorunda olduðu gibi, eskinin yöntem ve araçlarýný ödünç almak suretiyle “þimdi sýra bizde” mantýðýyla kendinden olmayanlarý hedef tahtasýna yerleþtiren nevzuhur akýllardan ve elbette ki Türkiye’yi ma- ceralara sürüklemekte beis görmeyen maceracý-hayalci akýllardan da uzak durmak zaruridir.
YENÝ ANAYASAYA DOÐRU (MU?)
Mecliste içinde hukukçularýn da bulunduðu Anayasa Uzlaþma Komisyonu 1 Mayýs 2012 itibariyle Anayasa taslak yazýmýna baþladý.
Yüz binin üzerine görüþ ve öneriyi analiz etmeden baþladýklarý yazýmda geldikleri nokta aynen 1924, 1961 ve 1982 Anayasalarýnda olduðu gibi, vatandaþýn haklarýný saymak, onun haklarýnýn sýnýrýný çizmek oluyor. Devletin kendini hukukun tanrýsý olarak gördüðü her anlayýþta olduðu gibi, bireylere hak ve özgürlük daðýtýyorlar. Örneðin “herkes yaþam hakkýna sahiptir!” demek suretiyle insanlara hayat bahþediyorlar. Yani Komisyon o ibareyi yazmasaydý hiç kimse yaþam hakkýna sahip olamayacaktý sanki... Bu bahisten sonra elbette bir de bu hakkýn sýnýrlarýnýn çizilmesi gerekecek.
Ardýndan tartýþmaya baþlýyorlar. Kimileri özgürlükleri “genel ahlak” ile sýnýrlamaya kalkýþýyor, kimileri ise tek parti diktatörlüðünün artýklarýndan birini inanç özgürlüðünün sýnýrý haline getirmeye çalýþýyor. Hiç kimsenin aklýna zaten bireye ait ve var olan özgürlükleri bireye “anayasa ile tanýma” gibi artýk 21’inci yüzyýlda abesle iþtigalden öteye gitmeyen bu kadar çabaya ne gerek var diye sormak gelmiyor. Birileri de “bu þekilde aslýnda 1961 ve 1982 Anayasalarýnýn gözden geçirilmiþ yeni bir baskýsýný ürettiðimizin farkýnda deðil miyiz” diye sormuyor.
Özgürlüklere asýl tehlike olan devletin yapýsýna yoðunlaþýp bu gereksiz zaman kaybýndan þikayet etmiyor.
“Halk nasýl bir anayasa istemiþti” diye soru sormuyor.
Hakkýný verelim ki, özgürlükler mevzuunda þov yapmak, siyasi muarýzýný kamuoyunda zor durumda býrakmak gibi siyasi ayak oyunlarýný oynamak kolay. Ve yine kabul edelim ki, elde yüz yýllýk darbe ve tek partici anayasa geleneði var ve o geleneðin saðladýðý alýþkanlýklardan vazgeçmek kolay deðil.
Ama Türkiye’nin kýsýr siyasi þovlara harcayacak kadar zamaný yok, eski statükonun cilalanýp pullanmasýyla kandýrýlmaya tahammülü yok.
Amerika’daki baþkanlýk seçimleri tamamlanana kadar çok mesafe alýnmasý gerektiðini unutmayalým...
Bayramýnýz Kutlu Olsun...