Stil de içeriği de gri


Seçim arifesinde anketlerde başa baş gittiği rakibiyle münazara yapan New York Belediye Başkanı “Ben göreve geldiğimde bitmişti bu şehir, bitik bir şehirdi” der. Başkana yöneltilen en önemli eleştiri şehrin eski toplu konut alanlarından birini bir inşaat şirketine, arsa bedelinin iki katına satmak istemesidir. Lüks yapılarıyla tanınan inşaat şirketinin mahallenin yoksul sakinlerini evsiz bırakacağı iddia edilmektedir. Başkanın (Russell Crowe) argümanı ise dört milyar dolarlık satış sonrası borçlar ödendiği gibi şehir kasasına üç milyar dolar kalacak olmasıdır. Bu da rakibinin borçları ödemek için öngördüğü, yüksek gelirlilere vergi artırımından daha iyi bir çözüm olduğudur.


KANUNSUZ NEW YORK


O bölgede görev yapan bir polis memurunun (Mark Wahlberg), 16 yaşında bir kıza tecavüz edip onu döverek öldürdüğü iddia edilen ama beraat eden delikanlıyı vurmasıyla başlayan film, Belediye Başkanı’nın sunduğu ekmek kadayıfı projenin üstüne kaymak koydurup koydurmadığı araştırması üzerine gelişir. Gerçek kişi, kurum ve olaylara (Rudolph Giuliani, Katolikler, Wall Street, New York Post ve New York Times, 11 Eylül saldırısı, vs.) örtülü ve açık göndermeleriyle kimin eli kimin cebinde bellli olmayan ‘kanunsuz New York’ imgesi yaratmasına rağmen toplumsal gerçekçi bir film değil.  


Bitik Şehir, bir türler karması: Klasik Amerikan ‘kara film’i misali yoğun bir atmosfer yaratan stilize bir görselliğe sahip değil. Karakterleri de son derece hırslı olmakla birlikte Catherine Zeta-Jones’un canlandırdığı, Başkan’ın eşi Cathleen dışında hiçbiri gizemli değil. Cathleen de önce şahane gardırobu, siyah güneş gözlükleri ve bir sahnede başına sardığı eşarpla femme fatale ikonografisine uymakla birlikte derinliği olmayan bir yardımcı karakterden öteye gidemiyor.


BAŞKAN ‘KÖTÜ ADAM’


Görev başında işlediği cinayet, halkı yatıştırma uğruna Belediye Başkanı Holstetler ve polis şefi Fairbanks (Jeffrey Wright) tarafından örtbas edilen, Billy Taggart, yedi yıl sonra kara film türünün önemli ögelerinden özel dedektif olarak New York’un en tepesinde dönen dolapları araştırmaya başlıyor. Ama bir Raymond Chandler karakteri hele bir Humphrey Bogart modeli olmaktan çok uzak, Mike Hammer da değil... Daha çok maço bir aksiyon figürünü andırıyor. Kendine özgü bir ‘moralist’: Özel hayatında son derece önyargılı, ‘kanun adamı’ olarak da hukukun üstünlüğü ilkesine hiç aldırmıyor! Billy Taggart kadar senarist ve yönetmenin de New York’u oluşturan kültür mozayiğini hazmedememiş, belli önyargıları aşamamış çelişkili bir bakış açısı var. Taggart’ın kız arkadaşının filmin içinde bir sürpriz olarak ortaya çıkan kimliği; rol aldığı bağımsız filmin niteliği, onun yapan çevre, kızın ailesiyle Taggart’ın ilişkisi üzerine filmin aldığı tavır ayrımcılık sınırını aşıyor. Taggart’ın Katolik olduğunun altı çiziliyor ki günah kavramıyla bu kadar içli dışlı bir müminin, işlediği cinayete rağmen suçluluk duymadan yaşaması onun doğruyu yaptığına emin olduğunu kanıtlasın.


Öte yandan Bitik Şehir’in kötü adamı Belediye Başkanı. Onun tutucu görüşleri ve şehir arazilerini zenginlere gökdelen arsası olarak peşkeş çekerek cebini doldurma hırsı temel eleştiri konusu. İyi insanların finale yakın ortaya çıkan gizli kimlikleri ise Taggart’ı kahramanlaştıran bir filme tezat oluşturan liberal bir yaklaşım sergiliyor.


Stil olarak da içerik olarak da iki arada bir derede kalmış Bitik Şehir... Kara film değil gri film... Ne özel dedektif filmi ne polisiye... Aksiyon filmi değil ama hareketli...