Şu basın özgürlüğü meselesi

Cümleyi kuralım, ondan sonra konuşalım. Şöyle olsun cümlemiz.

‘Basın özgürlüğü yok.’

Böyle kalmasın cümlemiz. Derine inelim. Biraz içinde tarih olsun.

Ne zaman yok?

Sultan Hamit zamanında yokmuş.

Güzel. Felsefe yapmayalım. Başka?

İttihat ve Terakki zamanında yokmuş.

Ne münasebet?

İşte, yokmuş. Anasını ağlatmış matbuatın İttihatçılar. Daha yeni okudum Zeytindağı’nda. Falih Rıfkı yazıyordu. (Evet, 30 yıl sonra bir daha okudum. Saygısız, ama başarılı.)

Devr-i Hamidi’de matbuatın hür olmadığını söylemek ‘müstehap’tır. İttihat ve Terakki devrinde baskı vardı demek ‘mekruh’tur. (Dini terimler kullanıyorum ara sıra. Solcu yobazların itikadı aynı din gibi.)

Başka?

Bunu demek caiz değil ama, diyelim bakalım ne olacak. Atatürk zamanında da, ‘özgür basın’ diye bir şey yoktu.

Anladık. Sonra?

İnönü zamanında da, ‘özgür basın’yoktu. İlaç için, 25 kuruşluk özgürlük bulamazdınız.

Üstad, bir gün, ‘Bu kafaya kulak istiyoruz’ diye kapak yapmış Büyük Doğu’ya. Bir de kulak resmi. Tabii hemen dava. Mahkemede şöyle diyor Üstat: “Devr-i Hamidi’de ‘burun’ demek yasak olduğu yalandır. İnönü devridir ki kulak demek yasak olmuştur.”

Savcılar, içinde ‘kulak’ geçen yazıları, İsmet Paşa’nın sağır olduğuna dair bir ima olarak kabul ediyordu.

Kimse düşünmesin ki, İsmet Paşa, sadece dindarlara baskı kurdu. Nazım Hikmet’in bile, İsmet Paşa zamanında anası ağladı. Buna rağmen, Türkiye’deki ağzı kalabalıklar o devrin zulmünü anmaktan pek hoşlanmaz.

Ya Menderes?

Menderes devrinin basın özgürlüğü ile, İnönü devrinin basın özgürlüğünü terazinin iki kefesine koysanız, koyamazdınız. Çünkü İnönü devrinde, ele gelecek, avuca sığacak bir basın özgürlüğü yoktu. Fakat ilginçtir, karıştırın arşivleri, Menderes devrinde basın özgürlüğü ‘olmadığına’ dair malzemeye daha fazla rastlarsınız.

28 Şubat?

Şu anda seyrettiğiniz basın özgürlüğü ‘mücahit’lerinin çoğu 28 Şubat darbesinin hizmetkarları, yalakaları ve infaz memurlarıydı.

Üç şey oldu 28 Şubat’ta eş zamanlı olarak.

Andıç. İrili ufaklı andıçlarla gazeteciler tasfiye edildi.

Baskın. Muhalif gazetelere polis baskınları yapıldı. Yeni Şafak’ın sahipleri hapse atıldı. Vakit de basıldı. Mesut Yılmaz’ın, Ecevit’in polisleri Nuri Albayrak’ın çocuklarını rehin aldılar. Bütün gazeteler, hurraaa! Saldırıyordu. Yalanın dibini buluyorlardı. Sırf Tayyip Erdoğan siyaset yapamasın diye.

Ve soygun. Muhalif gazeteler, fahiş tazminat kararlarıyla soyuldu. Bir dosyayı bir kaç yılda ikmal edemeyen Yargıtay, aleyhimize üç dört hafta içinde 133 milyar lira tazminat kararı aldı.

Yazan oldu mu bu baskıları o günlerde?

Oldu. Nihayet üç beş kişi.

Eee? O zaman yazmayanlar...

O zaman sus pus duranlar.

O zaman Ecevitçilik yapanlar. Ve o zaman faşizmi alkışlayanlar... Ne yapıyor şimdi?

Şimdi, Erdoğan devrinde basın özgürlüğünün ‘olmadığını’ yazıyorlar.

Sayın isterseniz. Sağcı, solcu, Türkiye’deki ulusal gazetelerin 4’te üçü Başbakan’a saldırıyor. Köşe yazarlarının 4’te üçü Başbakan’ın aleyhine yazıyor.

Basın özgürlüğü yoksa, nasıl oluyor bu iş?

Dünyanın neresinde var gazetelerin 4’te üçünün hükümete sövdüğü dikta?

Maocular, siz bilirsiniz? Çin’de var mı? Doğu Türkistan’da Çin rejimini tenkit eden gazete var da biz mi bilmiyoruz?

Veya Rusya’da? Var mı?

Belki sevgili Sisi’nizin Mısır’ındavardır ha?

‘E, başbakan yazarı eleştirdi, patron işten attı.’

Atmasın. Gazetesini Hükümete saldırmak için kullanıyor, yazarını işten atmak için de Başbakan’ın eleştirisini kullanıyor. Güzelmiş! Yutarsan, patron uyanık!

Efendim, filanca, köşe yazısında kendi gazetesine sayıp dökmüş, yerden yere vurmuş, sonra işten çıkarılmış.

Allah Allah! Gazeteciler pek böyle yapmaz ama, niye yapmış acaba?

Sonra? Sonra Türkiye’de basın özgürlüğü yok.

Evet, gürültünüz çok çıkıyor. Gazeteler sizin, televizyonlar sizin. ‘Artist’lerin çoğu sizin elemanınız. Olursa da olsun, güle güle kullanın. Rahmetli Hilmi Oflaz, şöyle hitap ederdi sizin gibilere:

“Söylemediklerinize saygımız sonsuz, fakaaat, söylediklerinizin hepsi yalan.”

***

Mustafa Miyasoğlu... Haksızlık yapmadı. Kötülük yapmadı. İyi işler yaptı. Emek verdi. Hizmet verdi. Fikir verdi. Eser verdi. Üstad’ı hepimizden iyi biliyordu. Güzel bir ‘ağabey’di. Allah ahiretini güzel yapsın.